Nerede kalmıştık? Çok bilindik bir sözdür, çok kullanılır ama bu söze hayat veren ve anlam yükleyen kişi 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’dir. 12 Eylül faşist darbesinin ardından ömür boyu siyasi haklardan mahrum bırakılmış ancak 7 yıl sonra milletin oylarıyla bu yasak kaldırılmıştır. Ardından milletin, Demirel’in Yeni Partisi adını verdiği DYP’nin başına geçmiş ve “Nerede kalmıştık” sözüyle 4 yıl sonra partisini iktidara taşımış ve başbakanlık koltuğuna oturmuştur. Sonrası malum, iki od

Fatih Terim de Demirel’i taklit ederek attığı twitin ardından takımını bilmem kaçıncı kez şampiyonluğa taşımıştı. Ben de bir aydan fazladır sizlerden ayrı kaldım. Malum 40 küsur yıl sonra Ankara’dan bu kadar uzun süreliğine ayrılıp daha önce de duyurduğum gibi Saruhan’ın Foça limanına demir attım. Doğrusu yeni baştan ev düzmek, eksiği gediği halletmek çok da kolay değilmiş. Hariri’lerin Telekom’u sınıfta kaldı. Kağıt üzerinde yok şu kadar, yok bu kadar hızda internet VDSL alt yapısı fala deniyordu, biz de hem telefon hem de internet bağlatmak için başvurumuzu yaptık. Bir hafta sonra geldiler, baktılar şu kadar metre kablo çekin bağlayalım deyip gittiler. Yok artık! Benim milli PTT’m ya da Telekom’um bağ evine de, kent dışındaki yazlık evlere de hattı çeker vatandaşa da hizmet yüklemezdi. Diğer hizmet sağlayıcılara da başvurdum onlar da gelip baktılar telekomculardan farklı olarak epey uğraştılar, tek tek ana girişten gelen kabloları denediler ama onlar da alt yapı telekomun onların yapması gerekir deyip gittiler. Ben de hepsinde vaz geçtim şimdi 4,5 G data hizmeti alıyorum ADSL, VDSL e göre biraz pahalı ama hiç olmazsa düzgün hizmet alıyorum. O işler halloldu derken bu kez de bilgisayarım sorun çıkardı. Onu da hallettik artık sizlerle aramda başka bir engel kalmadı. Eh! Bu kadar uzak kalınca “Nerede Kalmıştık” demek de farz oldu.

            Nerede kalmıştık?

            Bugün anlatacağım konu tam da başlığımızla uyumlu bir konu. Efendim bu yıl, bundan 57 yıl önce bugün “Bornova Anadolu Lisesi” olarak anılan İzmir Koleji’ne çoğunluğu yatılı olarak başlayan öğrencilerin 50 inci mezuniyet yılıydı. Tam 90 kişi birkaç bin kişi arasında yapılan sınavı başarıyla geçmiş ve bu okula girmeye hak kazanmıştık. 30 kişi de devlet parasız yatılı sınavını dereceyle kazananlar eklenince toplam 120 kişi çoğu ana kuzusu, henüz 11-12 yaşlarında çocuklar bir araya toplanmış ve hemen kaynaşıvermiştik.

Farklı kentlerden, farklı kültürlerden, farklı sosyal çevrelerden tam 120 çocuk. Ege taşrasının seçkinlerinin, toprak zenginlerinin yanı sıra çiftçi ve rençperlerinin, fukara köylülerin çocukları, orta halli esnaf memur ve çocuklarının olduğu kadar İzmir’in ve Ege’nin doktor, avukat, mühendis, zengin sanayici ve iş adamlarının, levanten ve gayrimüslimlerin çocukları hepimiz aynı potadaydık. Bu çocukları aynı potada eritmek, yetiştirmek, eğitmek, ortak değerler etrafında buluşturmak, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençler olarak mezun edip topluma kazandırmak hiç de kolay değildi. Binlerce yaşıtları arasından seçilerek gelen bu çocuklar kadar, onları yetiştiren öğretmenleri de ülkemizin en seçkin, en yetkin hocalarıydılar. Dil öğretmenleri ve İngilizce okutulan fen derslerinin hocalarının da neredeyse tamamı, çoğunluğu Amerikalı ve yabancılardı. Mezun olduğumuzda hepimiz ayağı yere basan, kendine güvenen, hedefleri olan, daima ileriye bakan, farklı siyasal bakış açılarına sahip olsak bile Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı, demokrasi, insan hakları ve temel hak ve hürriyetlere saygılı, hukukun üstünlüğünden yana, ilerici, çağdaş, demokrat vatanperver insanlar olarak hayata adım attık. Bu ortak paydalarımız hiç değişmedi, daima fikir ve inanç hürriyetlerine sahip çıktık, hoş görülü, insanı ve doğayı seven, Cumhuriyetin ve milletin ortak değerlerini koruma ve kollama güdüsüyle hareket eden insanlar olarak bugünlere geldik. İstisnasız hepimiz hangi mesleği seçmiş olursak olalım mesleğimizin en iyilerinden olduk. Çünkü öyle yetiştirilmiş, motive edilmiştik.

27 Mayıs günü öğle saatlerinde yavaş yavaş kalacağımız otele giriş yaparken tam da başlığımıza uygun bir biçimde “NEREDE KALMIŞTIK?” diyerek kucaklaştık. Aynı kentlerde oturanlar daha sık, diğerleri ise 5-10 yılda bir karşılaşabiliyorduk ama 50 yıldır hiç karşılaşmadıklarımız da vardı. Çoğunu bir çırpıda tanıdık, tanıyamadıklarımızı ise mezuniyet yıllığındaki resimleriyle hazırlanmış boyun kartlarından tanıdık. Eşlerimiz de sanki 40 yıllık ahbapmış gibi birden kaynaşıverdiler. Hatta hemen sosyal medyada İK(BAL) Gelin gurubu kurmak için girişiverdiler.

Hocalarımız David Arthur Lawton ve Vedat Kıvançcı bizi yalnız bırakmayanlardandılar. Vedat Bey hem okulumuzun ilk mezunlarından hem de fizik hocamızdı. Doğrusu Hocam mı demeliyiz yoksa abi mi demeliyiz diye tereddütte kalmadık değil. Mr. Lawton ise lise yıllarımızın İngiliz Edebiyatı ve İngilizce kompozisyon dersi hocamızdı. Türkçe düşünüp, tercüme ederek yazmak değil, İngilizce düşünüp İngilizce yazmayı ondan öğrendim. Hem iş hayatında hem de özel hayatta hem yazarken hem de sohbet ederken çok faydasını gördüm. Sırf bu toplantı için İngiltere’den kalkıp buralara kadar gelerek o da öğrencileriyle kucaklaştı. Ne yazık ki; İngilizce olarak sahneye koymak için çok emek verdiği “Pirates of Penzance” adlı oyun 12 Mart ara rejim hükümetlerinin saldığı korku yüzünden sahnelenemeden rafa kalktı. Ben de bu oyun provaları için haftada en az iki gün Bornova’ya kadar yürüyüp bir odasını kiraladığı Bornova’nın ünlü levanten konaklarından birine giderdim.

Ne yazık ki yasakçı zihniyet 50 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen hala sürüyor. Festivaller iptal ediliyor, sanatçılar gayrı ahlaki bulunup kovuluyor, sanki yerine getirilen 9 koca eskitmiş, bol estetikli, 25 yaş küçük delikanlıyla izdivaç yapan hanımefendi çok örnek bir kişilikmiş gibi. Neyse! Bugün siyaset yapmayı düşünmemiştim ama işte konu yasaklara gelince ister istemez klavyem kaçıyor. Ne de olsa yıllarca 12 Eylül faşizmine karşı “Yasaksız Türkiye”, “Konuşan Türkiye” diyerek bu güzel ülkede basmadığımız toprak kalmadı.

Evet bu hafta sonu güzel anılarla ve 57 yıllık hiç sönmeyen dostlukların yad edildiği keyifli üç gün geçirdik. Yıllarımız az kaldı, bu toplantıları öyle 25, 40, 50 gibi yılları beklemeden her yıl yapmayı öneren dostlarımız oldu ve elbette ki canı gönülden katılırım. Rahmetli annemi geçen yıl 95 yaşında kaybettim. İzmir Kız Lisesi 1945 mezunları Ankara’da 6-7 kişi kalmışlardı ama her iki ayda bir toplanmayı hiç ihmal etmiyorlardı.

Bir sonraki yazımda tekrar buluşma dileğiyle hepinize esenlikler dilerim.