Köln Kuzey Ren Westfalya Eyaletinin en büyük kenti. Gezimize eyaletin başkenti Düsseldorf’da başlayıp, çeyrek bir batı Avrupa turu yaptıktan sonra Köln’de tamamlayacağız. Gezdiğimiz Avrupa kentlerinin hemen hepsi büyükçe nehirlerin üzerinde kurulu ve kentlere ayrı bir güzellik katıyor. Dahası bu nehirler kanallarla da birbirlerine bağlanıyor. Karadeniz’de Tuna ağzından başlayan suyolu koca Avrupa’yı kat edip neredeyse öteki kıyılara ulaşıyor. Ren nehri üzerinde birçok köprü var geceleri ışıl, ışıl parlıyor ve adeta büyülüyor insanları. Tabi hiçbiri İstanbul boğazının yerini tutmaz ama gene de otelimizin penceresinden Boğaziçi hasretimizi bir nebze olsun giderebiliyoruz. Amasya’da Yeşilırmak, Eskişehir’de Porsuk da bizim kentlerimizin göz bebeği. Kısa süren ilk günümüzü önceki yazımda anlatmıştım. İkinci gün ise bizi Köln’deki Türk izleri bekliyor.

Geldiğimiz gün AP Gençlik kollarında birlikte görev yaptığım halen DP Genel Başkan Yardımcısı olan kadim dostum Adnan Turfan’ın Almanya’da yaşayan kardeşi Yüksel’i aradım. Yüksel Köln’e yaklaşık 1 saat mesafede Koblenz’de yaşıyor. Sosyal yönü çok kuvvetli hem Türk Toplumu cemiyeti hem de DİTİB’in Koblenz başkanı. DİTİB nedir derseniz Almanya'da yaşayan Türklerin dinî, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak, ibadethaneleri yönetmek üzere faaliyet gösteren ve Almanya'da resmî olarak dernek statüsünde faaliyet gösteren kuruluştur.

DİTİB 1984 yılında kurulmuş ve yıllarca Almanya’daki Türk toplumunu radikal İslamcı hareketlerden, tarikat ve cemaatler ile zararlı akımlardan korumuş bir kuruluş. Almanlar, yerel derneklerin üst kuruluşunun oluşumunda yerel örgütlerden seçilenlerin dışında Almanya’daki Diyanet müşavirimizin Birlik başkanı olmasını önermişler ve uygun bulunmuş. Amaç ise Birliğin Türk devletinin kontrolü altında olmasını sağlamak ve zararlı akımların hizmetlere nüfuz etmesini önlemekmiş. Ancak bugün ise tam tersini söylüyorlarmış. Zira son 20 yıldır Diyanetin atadığı görevliler eliyle birlik içinde tarikatçılık ve cemaatçilik almış başını gitmiş. Çoğunluğu mutedil ve Cumhuriyetçi olan yerel derneklerin Birlik idaresinde etkinliği de giderek azalmış.

Sabah biz kahvaltı şefi Urfalı Cumali beyin enfes kahvaltısını yerken Yüksel Bey çıktı geldi. Cumali bey sağ olsun açık büfede olmamasına rağmen sıkma portakal suyunu da ikram ederek memleket jesti yaptı bize. Yüksel ile kahvelerimizi yudumlarken günün programını da yaptık. İlk durağımız Köln Merkez cami ve DİTİB kültür merkezi idi.

Cami merkezi bir yerde, metroyla 10 dakikada vardık. Önce çarşı bölümüne geçtik. Burada Diyanet mağazası ve kitabevi, Antep baklavacısı, hac, umre ve Türkiye seyahatleri organize eden acente, şekerci, kebapçı ve bir de kafe vardı. Kafede oturduk uzunca aradan sonra dumanı üstünde Türk kahvelerimizi içtik. Yunanistan, Avusturya gezilerimizde hiç kahvemizden ayrı kalmamıştık. Yunanistan’da Greek Cafe deseler de halis Türk kahvesini içerdik. Avusturya ve Macaristan’da ise bizim kahvenin adı Turko idi. Kahvelerimizi içtikten sonra asansöre binip üst kata çıktık. Üst katta cami, avlusu ve ofisler vardı. O gün tesadüf bir de cenaze vardı. Tahminim varlıklı bir aileydi şık ve modern giyimli beyler, hanımlar taziyeleri kabul ediyorlardı. Ritüellerin Türkiye’dekinden hiçbir farkı yoktu. Cenaze namazını müteakip mevta İzmir’e gönderilecekmiş. Bir Fatiha okuyup cami içine girdik. Yerdeki halılar hiç de yabancı değildi. Yüksel, Demirci’den gelen Koblenz’de yaptırdıkları caminin halılarına benzediğini söyledi. Birkaç firma adı sayınca Paris Camiini de döşeyen merhum Bülent Aslan’ın üretimi olduğunu anladık. Hemen sevgili Bülent’in emaneti Ziya’ya mesaj çektim. Gelen cevap gurur vericiydi. Hem Koblenz hem Köln camilerini onlar döşemişlerdi. Demirci dünya cami halısının merkezi ama ne yazık ki tanıtmasını bilmiyoruz. Yerel yöneticilerde bu vizyon maalesef yok. Keşkek dövmeyi, hünnabı, Mahmutlar seğmenleri ve ekmeğini tanıtım sanıyorlar. Oysa merhum Bülent kardeşim ve vizyon sahibi birkaç firmamız hem dünyada geçerli kalite belgelerini alıyorlar ve hem de uluslararası fuarlara katılıyorlardı.

O çevrede biraz yürüdükten sonra istikametimiz Türk mahallesi ya da Küçük İstanbul denilen Keupstrasse idi. Orası karşı tarafta Mulheim denilen bir semtte. Yani İstanbul’un Kadıköy yakası gibi. Cadde boyunca yürüdük tabelalarda hakim dil Türkçe idi Almanca sadece Alman müşteriler için etiketlerde yazıyordu. Cadde boyunca onlarca kuyumcu gördük. Doğrusu bizim Sadık Ahmet caddesindeki kuyumcular çarşısından çok daha fazla dükkan vardı. Helal kasaplar, marketler, düğüncüler, Türk malları satanlar, kebapçılar, pideciler baklavacılar, pastaneler, Türk fırınları, hamamlar, lokantalar, seyahat acenteleri ve daha ne ararsan hepsi bu cadde üzerindeydi. Doğrusu Keup caddesinde hiç yabancılık çekmedik, Türkçeden başka dil de duymadık. Yalnız Kölndeki İki sessiz harf yan yana söylemeye dili dönmeyen gurbetçiler işin kolayını bulmuşlar Kölün diyorlar. Yüksel bizi bu caddenin en eski lokantalarından biri olan Mevlana lokantasına götürdü. Ben kuzu incik haşlama eşim de tandır yedi. Doğrusu bu kadar lezzetlisini rahmetli Taylan Ustadan bile yememiştim. Eskiden Beyoğlu’nda Hacı Salih lokantası vardı orası da çok lezzetli yapardı. Evlatları işi beceremeyince eski ustalarından Hacı Abdullah işi sürdürüyordu aynı yerde. Çok seneler oldu hala var mıdır? Bilmiyorum.

Oradan ayrıldıktan sonra tekrar tramvaya binip köprüde indik, diğer köprüye kadar yürüdük. O köprüye aşıklar köprüsü denirmiş ve çiftler aşkları ömür boyu sürsün diye köprünün korkuluklarına kilit asarak aşklarını kilitlerlermiş. Yıllar içinde yüzbinlerce kilit birikmiş hepsi de duruyor. Bolca resim çektik karşı sahile kadar yürüyerek geçtik. İstasyon köprünün ayağında, oradan Dom meydanına geldik, biraz çarşıda gezdik, Cem Karaca’yla görüştüğümüz yerlerde yürüdük. Kolonya dükkanlarına baktık. Kolonya burada icat edilmiş Köln’ün İngilizce söylenişinden dolayı da (Cologna) kolonya denilmiş. Merhum anneannemin evinde hala duran nostaljik şişeleri aynen muhafaza etmişler öyle pazarlıyorlar. Doğrusu kolonyayı onlar icat etmiş olsalar da ben Türk kolonyalarını tek geçerim. İzmir’de Süleyman Ferit (Eczacıbaşı) ve Ankara’da Eyüp Sabri bu işi neredeyse yüz yıl önce başlamışlar ve çok daha mükemmelini yapmışlar. Tabi TARİŞ’i de unutmamak lazım, alkolü de kendimiz üretirdik. Kolonya denilince merhum Gündüz Yıldız abimizi de anmadan geçemeyeceğim. Kendi formülüyle ürettiği Jüliyet markasının ünü Manisa sınırlarını aşmış İzmir fuarı sayesinde tüm Ege’ye yayılmıştı. Yeğeni ilkokul arkadaşım Selçuk Yazar’dan öğrendiğime göre evlatları halen bu işi geliştirerek sürdürüyorlarmış.

Köln çarşısındaki kısa turumuzdan sonra Yüksel’i Koblenz’e uğurladık. Yarın eve dönüş günü. Uçağımız akşam 20.00 de o saate kadar çikolata müzesi dahil birçok yeri de göreceğiz.

Kalın sağlıcakla…