O meşum günden bu yana elim bir türlü klavyeye gitmiyor, çünkü ne yazacağımı ne söyleyeceğimi bilmiyorum.

Tam da sözün bittiği yerdeyiz denir ya, işte o yerdeyim. Bugün Pazar hava sıcak mı sıcak, herkes sahillere akmışken ben kendimi toplayıp oturdum bilgisayarın başına, zor da olsa duygularımı nakledeyim istedim.

Başlığa yalın adını koydum: Ferdi! Ne deseydim? Onu tanımlayacak bir söz bulamadım, daha doğrusu o kadar çok söz var ki, hangi birini yazayım. O yüzden önüne, ardına başka bir sıfat, isim eklemek istemedim, çünkü ona hep öyle hitap ettim. Seçim döneminde adayların çoğu isimlerinin önüne “bizim” sözcüğünü ekledi. Bizim Ali, Bizim Veli gibi ama bütün Türkiye gördü ki, Ferdi sadece bizim değil bütün Türkiye’nin, sağcısından, solcusuna herkesin evladıymış. O sevecen, naif, hoşgörülü, demokratça yaklaşımıyla sadece Manisalıların değil tüm insanların gönlünde taht kurmuş.

Ben, eski adıyla Coşkun sokaktaki evimizde dünyayla tanıştım. Çocukluğum gençliğim o sokaklarda geçti. Sokağa çıkmadığımda karşımızdaki viranede künkçü Muammer’in künk dökümünü ilgiyle izlerdim. Yanımızda uzak da olsa akrabamız Muzaffer Teyze ve Osman amca otururlardı. Yakın zamanda kaybettiğimiz oğulları Orhan Ayber ile kardeşi Turan Ayber, taksici Ümit, postacıların Fehim abi, Borovalı Muammer mahallemizin abileriydi. Arka sokağımızda ise tıraşçı Ahmet, köşede Hanife hanım teyzeler, oğlu Hüseyin(Erkenci) abiler vardı. Çocukluk arkadaşlarımla hala görüşür, o eski günleri hep yad ederiz.

O evimizi çok severdim benden yaşlıydı. 1950’li yıllarda Çapra’nın babası Rahim kalfa yapmıştı. Kayseri cezaevi sonrası tekrar yuvaya döndüğümüzde o evde sünnet olmuş o nedenle üste bir kat daha çıkılmıştı. O vesileyle de Demirci’de ikamet eden Babaannem ve halam da oraya yerleşmişlerdi. O inşaatı da başka bir reisin, Dayıoğlu’nun babası Ali Kalfa yapmıştı.

Annemin sağlığında Manisa’nın birçok inşaatçısı eve talip olmuşlar, yapımını üstlenmek istemişlerdi. Doğrusu ben bütün çocukluk ve gençlik hatıralarımın kaybolmasını istemiyordum. Sokakta tek eski ev kalmasına rağmen annem de benden sonra yaparsınız deyince de kapıyı kapatmıştık. Dört yıl önce annemi kaybedince artık zamanı geldi dedik, zira ev artık elden çıkar hale gelmişti. Halil ağanın emaneti Halil Yurtseven’i çağırdım. Ya kendisini yapmasını, ya da kendisi gibi birini bulmasını istedim. Tek şartım düzgün, dürüst, meslekten ve Manisalı biri olmasıydı. Birkaç ay sonra aradı gel abi dedi, kalktım geldim karşıma Ferdi’yi çıkardı.

Mahalle komşumuz Traşçı Ahmet abinin oğlu olduğunu, Mimarlar odası başkanlığı yaptığını öğrenince birden kanım kaynadı. Saygılı, naif, munis bir gençti. Ortağı Gencay da aynı onun gibiydi. Mesleğinin duayenlerinden Zafer Ünal başkan da Halim Sezici başkan da tam not verdiler. Öyle olunca tabi anlaşmak, uzlaşmak da karşılıklı iyi niyet ve anlayış içinde kolayca halloldu. Sanıyorum bizim bina mesleki anlamda onun son eseri oldu.

Siyasete atılma kararı verdiğinde fikrimi alma nezaketini gösterdi ben de tavsiyelerimi ilettim. Onlar bende kalsın ama harfiyen uyguladığını görmek beni fazlasıyla mutlu etti, zaten kendisine gösterilen teveccüh de bunların kanıtıdır. Bütün bir kampanya boyunca da hep takip ettim, hem kendisinin hem de sahadan beni arayan dostlarımın geri bildirimleri daha seçime 20 gün kala bana kazanacağının işaretini vermişti. Salihli’den, Demirci’den, Selendi’den,

Borlu’dan, Karasonya’dan, Dağdere’den arayan vatandaşlar mesajlarımı aldıklarını ve Ferdinin arkasında olduklarını kendisine ilettiklerini söylüyorlardı.

Son görüşmemiz merhum milletvekilimiz Ümit Canuyar’ın cenazesindeydi. Doğru Parti Genel Başkanı Rıfat Serdaroğlu ve eski DYP milletvekilleriyle olan kısa sohbette kendisi de sahada Naci abinin mesajlarının kendisine ulaştığını ve demokratların topyekun desteğini gördüklerini ve şükran duyduğunu Serdaroğlu’na anlatırken nasıl gurur duyduğumu ifade edemem.

Cenazesi benim Manisa’da gördüğün en kalabalık cenaze töreniydi. Ülke çapında ise merhum Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın İmralı’dan Anıtmezara nakli töreninden sonra ikincisiydi. Özal, Demirel ve Uğur Mumcu cenazeleri de kalabalıktı ama doğrusu Ferdi’nin gerisindeydiler. Demirel’in Ankara’daki töreninde devlet baskısı vardı, bariyerler halkın korteje katılması engelleniyor, cami avlusuna vatandaş alınmıyordu. Bu baskı sonucu bariyerler yıkılıp aşıldı Kocetepe avlusuna ulaşan vatandaşlar oldu ama gene de bu kadar değildi.

Bu arada kaza gününden itibaren duruşuyla, yaklaşımlarıyla, konuşmalarıyla, merhumu yıkayıp kefenlemesiyle ve bizzat kabire indirip, defnedilmesine verdiği katkıyla Özgür Özel benden de TV’den izleyenlerden de tam not aldı. Dün ve bugün Nehir’i sınava bir baba yarısı gibi götürmesi de takdire şayandır. Ancak Veli Ağbaba yönetimindeki CHP gençlik kolları sınıfta kaldı diyebilirim. İnsanları itip kakan, yol vermeyen, sebepsiz izdihama yol açan bu gençler oranın bir miting alanı değil cenaze töreni olduğundan sanki bihaberdiler. Zaten o işi BŞB zabıtaları fevkalade güzel yapıyorlardı. O itiş kakışta ne yazık ki ben de bunaldım ve kendimi sağlık çadırına zor attım. Tansiyon da şeker de fırlamış, biraz misafir ettiler bolca su ikram ettiler ve taburcu ettiler. Sağlık il müdürlüğü de benden iyi not aldı. Ne yazık ki Ferdi kardeşimin mezarına iki kürek toprak atmaktan mahrum kaldık. Gerçi kabristana ulaşabilseydik bile o kalabalıkta ona da muvaffak olamazdık herhalde.

Sağlık çadırından sonra Aloğlu’nun dükkanı önünde benim gibi bunalan dostlar vardı. Zafer Ünal, Halim Sezici, Remzi Örümlü, Bahattin Akyüz ve daha birçoklarıyla oturup dinlendik, gölgede serinledik.

Ferdi’yi böylece uğurladıktan sonra gözler, buğulu, yürekler acılı dağıldık. Zaman ne gösterecek bilinmez, kaza mı, kasıt mı herkes bir kuşku duyuyor. Ferdi belki de Türkiye için geleceğin umudu olabilecek bir gençti. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah. Ailesine sevenlerine, Tüm Manisalılara sabırlar dilerim.

Kalın sağlıcakla…