Seçim sürecine girildiğinden bu yana suçlamalar, asılsız dedikodular, ithamlar, iftiralar, yalan, dolan aldı başını gitti. Diğer taraftan da aklama, paklama gayretleri insanları şaşırtacak boyutta neredeyse. Dünya yıkılsa bir araya gelmesi mümkün olmayacak kimseler bir bakıyorsunuz kucak kucağalar. Hiçbir şey bulamayanlar, masanın altından üstünden bir şey çıkaramayanlar, “Menderes’i asanlarla mı bir oluyorsunuz?” iftirasına sarılıyorlar.

Bazen bize bile aynı eleştiriyi yapanlar çıkmıyor değil ama ben işin o tarafında değilim. Ben işin devletin bekası tarafındayım, ama o beka Sayın Bahçeli’nin diline pelesenk ettiği beka değil. Binlerce yıllık Türk töresi ve devlet geleneğinin eriyip gitmekte olduğudur. Hiç kimse Hüda-Par’ın ne Türk bayrağı alerjisi ne Şeyh Sait’in manevi varlığından devletin özür dilenmesi ne de diğer safsatalarından endişe etmesin. HDP’yi ve temsil ettiği siyasi çizgiyi zaten biliyoruz, nasıl baş edileceğini de artık devletimiz biliyor. Türkiye’de hiçbir siyasetçinin gücü ne Hüda-Par’ın ne de HDP’nin anayasa dışı taleplerini kabul etmeye ve anayasanın ilk dört maddesine dokunmaya devlet var oldukça gücü yetmez, cesaret de edemez.

Benim sözünü ettiğim beka devletin bizatihi kendisinin, işleyişinin ve geleneklerinin korunmasıdır. Devlet sistemidir. Eğer devletin gelenekleri yok olursa, sistemi çökerse ne beka kalır ne de siyaset kurumu ne de anayasa. Millet olarak hepimiz altında kalırız. Öyleyse her Türk vatandaşının birinci vazifesi devlet dediğimiz yapıyı bütün unsurlarıyla koruyup kollamaktır. Ne yazık ki cühela takımı devlet dediğimiz yapıyı iktidardan ibaret sanıyor ve iktidar eleştirildiği zaman devlete karşı çıkıldığını sanıyor. Halbuki İktidar yani yürütme devletin sadece bir unsurudur. Asıl olan başta kuvvetler ayrılığını doğru uygulamak ve kurumlarıyla, kurallarıyla, muhalefetiyle, askeriyle, bürokrasisiyle, sivil toplumuyla, halkıyla var olan devlet denilen o muhteşem yapıyı korumaktır. Bu yapının omurgasını ise bürokrasi teşkil eder, tabi yakasında rozeti olmayan bürokrasi. Bunu herkesin anlayabileceği örnekleriyle anlatmaya çalışacağım.

Alman Krupp firması demir çelik endüstrisinin ve demiryollarının ihtiyaç duyduğu her türlü yatırım malları ve çelik konstrüksiyon alanında dünyanın en büyük firmalarından biridir. 1868 yılından beri Türkiye ile birçok projede iş birliği yapmış sanayileşmesine katkı vermişti. Benim genel müdürlüğünü yaptığım Sivas Demir Çelik İşletmelerinin çelikhane ünitesinin ark ocağını da tesis etmişti.

1950’li yılların sonlarına doğru önemli bir proje için Krupp firması ile anlaşma sağlanmıştı. Anlaşmaya göre Krupp 50 milyon dolar ayni kredi ile işi yapacaktı. Dosya hemen Maliye Bakanlığı Hazine Genel müdürlüğüne gönderildi. Anlaşma bakanlıkta incelendi ve kredinin onaylanamayacağı bildirildi. İncelemeyi yapan bürokratlar Başbakanlık Müsteşarlığına davet edildiler ve onaylanmama gerekçesi soruldu. Almanlar 50 milyon dolarlık kredinin geri ödemesine garanti olarak her yıl ihracatımızın belli bir oranının firmaya verilmesini talep oluyordu. Bu ihracatımıza ipotek konulması anlamına geliyordu bürokratların itirazı bunaydı. Müsteşar konuyu başbakana iletti ve bürokratlar makama alındı. Menderes bürokratları alınlarından öperek karşıladı ve övgü dolu sözlerle uğurladı.

Adnan Menderes’in en güçlü başbakanlık günleriydi, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Vakıflar Bankası ve Sheraton İstanbul’da otel ortaklığı yapacaklardı. O günlerde Hilton’dan başka birinci sınıf otel yoktu iyi bir projeydi. Bürokratlar bu projeye de karşı çıktılar zira Sheraton gurubu binanın ve otelin %51 ini istiyordu. Menderes bürokratlarla yaptığı toplantıdan sonra elini masaya vurarak projeyi geri çevirdi. Yıllar sonra Demirel aynı projeyi bu kez Sheraton’a binaya ortak etmeden yalnızca otel işletmesini vermek suretiyle bürokratların talebi doğrultusunda onayladı çok da iyi yaptı.

Menderes, İnönü, Demirel, Özal ve hatta kısmen Erbakan da bürokratları dinlerler ihtisasa saygı duyarlardı. Siyasi sorumluluğu hükümetler taşısa bile bürokratların görüşleri mutlaka dikkate alınırdı.

Şimdi neden Erdoğan olmaz diyoruz? Tek adam bütün yetkileri elinde toplarsa bürokratlar da doğru bildiklerini söylemekten çekinirler, çünkü her an görevden alınma korkusu yaşarlar. Merkez Bankası Başkanları ve TÜİK üst yöneticilerinin durumları ortada. Eğer Çanakkale köprüsü, otoyollar, hava alanlarının YİD modeli ile yapımlarında ehil bürokratlara sorulsaydı Devlet bu kadar zarara uğramaz milletin sırtına da yük binmezdi. Örnek istiyorsanız 1. ve 2. Boğaz köprülerine ve devletin yaptığı otoyollara, barajlara, fabrikalara bakın. Bütün bilimsel çevrelerin, meslek odalarının, daha önceki bürokratların karşı çıkmalarına rağmen tutturmuşlar kanal İstanbul diye. Neden? Allah’ın emri olan istişare yok da ondan. Nitekim istişareyi bırakın bilim adamları uyarıyor diye İTÜ sitesine erişim engeli bile konuluyor.

Cenabı Allah Şura suresi 36-39 ayetlerde istişarenin, danışmanın öneminden söz eder. Diğer bazı ayetlerde de benzeri emirler vardır. Keza Peygamber efendimizin sahihliğinde mutabık olunan birçok hadisinde de işlerinizi yürütürken mutlaka danışın der. Hele Beytül malı yönetirken yani devletin hazinesini yönetirken tek başınıza karar vermeye hakkınız yoktur.

O yüzdendir ki; Tek başına karar veren istişare etmeden devletin işlerini yürütenden devlet reisi olmaz. Yakasında rozeti olandan hakim, savcı, bürokrat da olmaz. Yanlışı görüp de susan bürokrat da olmaz.

Allah devletimize milletimize zeval vermesin bizleri doğru bildiklerimizden ayırmasın.

Kalın sağlıcakla…