Sevgili gençler bayramınız kutlu olsun. Geleceğimiz de, umudumuz da sizlersiniz.

Sizler hem Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün güvenine mazhar olmuş nesillersiniz hem de Gençliğe Hitabesinde görev ve sorumluluk yüklediği kişilersiniz. Bu görev birkaç nesil önce bizlerdeydi. Bizler kendimizce bu görevleri layıkıyla yaptığımız inancındaydık. Ne yazık ki; Türkiye zaman, zaman darbe dönemlerini, baskı ve zulüm dönemlerini yaşadı. Bu dönemlerde gençler baskılandı, sindirildi, ürkütüldü, kandırıldı görevlerini yapamaz duruma getirildi. Ancak her gecenin bir sabahı olduğu gibi her defasında da düzlüğe çıkacak yolu aydınlatan bir ışık yanmıştır. Bana göre o ışık bugünde yanmış gençlerimiz, ülkesine, vatanına, demokrasiye ve özgürlüklerine sahip çıkmakta, adalet aramaktadır.

Bugün sevgili gençlerle biraz hasbıhal edip geçmişte karanlıktan aydınlığa nasıl ulaşmışız onları konuşacağız. Nasıl ki; ordusu dağıtılmış, silahlarına el konulmuş, birçok komutanları Malta’ya sürgüne yollanmış, toprakları işgal edilmiş, padişah adeta sarayında tutsak, hükümet İngiliz işgalcilerin emrindeyken bir yol bulunduysa, aydınlığa varmak hiç de zor değildir.

İngiliz işgalcileri İstanbul’da olağanüstü hal durumundaydı ve en ufak bir direniş emaresi gösterenleri ya zindana ya da sürgüne yollamaktaydı. Gazi Mustafa Kemal işte böyle bir İstanbul’dan Bandırma vapuruyla tam 106 yıl önce bugün o ışığı yakmak üzere Samsuna çıktı. 4 gün sonra 23 Mayıs günü ise çoğunluğu zamanın üniversitelileri, Darül Fünun, Mektebi Mülkiye, Mektebi Tıbbiye, diğer yüksek mektepler hatta Rüştiye ve Mektebi Sultani gibi lise öğrencileri ve halktan binlerce genç, kucağında bebeleriyle kadınlar, şairler, edebiyatçılar, seçkinlerden oluşan on binler Sultan Ahmet Meydanını doldurmuştu. Kürsüde ise Milli mücadelenin Halide onbaşısı, edebiyatçı Halde Edip (Adıvar) vardı. Konuşmasıyla halkı galeyana getiriyor ve sözlerini “Vatan Behemehal kurtarılacaktır” sözleriyle tamamlıyordu. İşte bir Işık da İstanbul’da yanmıştı. Nitekim, gençler hemen organize oldular, Anadolu’ya silah mühimmat ve gönüllü sevkiyatı Özbekler tekkesi üzerinden başladı. İnebolu limanı üzerinden Ankara’ya büyük bir hareket gözlendi. En başta da İmalatı Harbiye çalışanları, demiryolları ve haberleşme teknik elemanları vardı.

Sadece İstanbul değil İzmir ve havalisinde de direniş hareketleri gene gençler eliyle başladı. Mahmut Celal Bey(Celal Bayar) kimlik değiştirerek Galip Hoca namıyla Kuvayı Milliyeye eleman kazandırıyor, dağlardaki efeleri milli mücadeleye ikna ediyordu. Dağlarda artık çoban ateşleri yanmış düşmanın korkulu rüyaları artmıştı. Malta sürgünü paşalar da İtalyanların elinde olan Rodos ve Ege adaları üzerinden Muğla ve Aydın Sahillerinden Anadolu’ya geçiyor efelerin refakatinde Ankara yakınlarına kadar gelip milli kuvvetlere teslim ediliyorlardı. Tüm bu işleri örgütleyenler gençlerdi. Yani çoğunuzun büyük dedeleri ya da onların da büyükleriydi. Benim de annemin amcasının Rodos’tan paşaları takalara bindirerek Fethiye ve Marmaris’e yolladığını duymuştum. İşte milli mücadele bu gençlerin çabaları ve azmi sayesinde kazanıldı.

Atatürk’ün en büyük ideali Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaktı. Ancak sağlığında bunu göremedi ama onun izinde giden gençler bunu başardı. 1945 yılında ikinci dünya savaşı sona erdiğinde barışla beraber Avrupa’da zafer bayramı ilan edildi. Türkiye’de de üniversiteli gençler bunu bayram havasında kutladılar. Gençler, insan hakları, hürriyetler, demokrasi, hukuk ve sosyal haklar istiyorlardı. Bu talepler dalga, dalga tüm yurda yayıldı artık Türk insanı tebaa olmaktan kurtulup özgür vatandaş olma arzusundaydı. O gün İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi olan babam ileride hayatını birleştirdiği kuzenine (anneme) Avrupa zafer bayramını ballandıra, ballandıra anlatıyor, coşkuyla gençlerin bu demokratik taleplerini sıralıyordu. 1946 seçimlerinde bu başarılamadı ancak 1950 seçimleri Türkiye’de iktidarın, kansız, darbesiz, entrikasız, hilesiz bir biçimde tüm dünyaya gösterdi. Bu Türkiye’de bir partinin değil demokrasinin zaferiydi.

Elbette ki bu noktaya kolay gelinmedi. Hileli 46 seçimlerinin ayıbını dünyaya ve Türk milletine anlatamayan tek parti iktidarı diğer taraftan da az sayıda milletvekili çıkarabilen DP’nin muhalefetine dayanamadı. DP 1947 kongresinde “Hürriyet Misakı” bildirgesinde demokratikleşme, özgürleşme, adil ve hakim nezaretinde seçim ve gizli oy açık sayım usulünün benimsenmesi gibi talepleri ortaya koydu. İktidar bu talepleri çok fazla dikkate almadı ama bazı adımlar da attı. DP 1949 kongresinde ise çok daha somut bir karar çıktı. 9 gün süren kongrede sabahlara kadar süren müzakereler sonunda “Milli Teminat Andı” kararı oy birliği ile alındı. Bu metinde Hürriyet Misakındaki taleplere ek olarak, iktidarın seçim kanunlarını adil hale getirmediği, 46 seçimlerinde olduğu gibi baskı, şiddet ve oy hırsızlığına başvurduğu takdirde sine-i millete dönüleceği ve Türkiye’nin de altına imza koyduğu İnsan hakları evrensel beyannamesinde yer alan “Sivil Direnme hakkının” kullanılacağını beyan etti. İktidar önce bunu husumet andı diye niteledi ve kalkışma olarak gördü. Ancak milletin bu kararın arkasında olduğunu fark edince gizli oy açık tasnif, adli kontrollü seçim, serbest propaganda ve adil seçim kanunu çıkararak kısmen talepleri kabul etti sonuçta 14 Mayıs 1950’de iktidar değişti.

Sivil Direnme Hakkı ilk kez “Milli Teminat Andı” ile Türk siyasi literatürüne girdi. 1961 anayasası ve sonraki anayasalarda da bu hak anayasal hak olarak güvence altına alınmış oldu. Gençler bugün yapılan haksızlıklar karşısında serbestçe seslerini yükseltip hak arıyor, eylem yapıyorlarsa bu onların anayasal hakları olarak görülmelidir. Yeter ki nalıncı keseri gibi her şeyi kendilerine yontan siyasetçiler onları kendi siyasi emelleri için hor görmesinler ve istismar etmesinler.

Ben bu gençlere güveniyorum. Gezi olaylarında Gündoğdu meydanında eylemin ortasında kalmıştık. Kendimize yol bulmaya çalışırken gençlerin konuşmalarına da tanık oluyorduk. Birbirlerini uyarıyorlar, aralarına kötü niyetlilerin, vandalların ve şiddet eğilimlilerin sızmaması için dikkatli olmalarını söylüyorlardı.

Bu kez de aynı hassasiyeti gördüm. Karşıyaka vapur iskelesinde ellerinde bayrak ve pankartlarla bekleşen gençlerle sohbet ettik. Onlara İmamoğlu’na desteğe mi gidiyorsunuz diye sordum. Hayır cevabı aldım, onlar demokrasiyi, hukuku, adaleti sahiplenmek yapılan haksızlıklara dur demek için eylem yaptıklarını söylediler. İmamoğlu, Özdağ, Can Atalay, gazeteciler kim olursa olsun fark etmiyor dediler. İşte aradığım budur, bu gençler partiler üstü demokrasi ve adaletten yana gençlerdir. Kimse meydanlarda toplanan insanları, atılan imzaları kendilerinin sanmasın. Yoksa anketlerde hala toplamı % 35leri aşan hiçbiri, kararsızım ve oy kullanmayacağım şıkları öyle bir tokat vurur ki feleğiniz şaşar.

Sevgili gençler, bu sağduyunuzu koruyunuz, kimsenin emrinde olmayınız özgür bireyler olarak bugünkü tavrınızı muhafaza edip provokatörleri, kötü niyetlileri aranıza sokmayınız. Unutmayın millet arkanızdadır. Tüm gençlerin ve daima ruhuyla, inancıyla genç kalmayı başaranların bayramı kutlu olsun.

Kalın sağlıcakla…