Bir çocuk öldüğünde, aslında hepimiz biraz ölürüz. Ama bu ülkede ne yazık ki o ölümün ardından bile bir şey değişmez.

İşte tam da bu noktada Ahmet Mattia Minguzzi davası, sadece bir çocuğun trajedisini değil, bu ülkenin çocuklarına nasıl baktığını da yüzümüze çarpıyor.

Mahkeme kararını verdi: Dört kişiden ikisi suçlu, ikisi değil.

Gerekçe şöyle açıklandı: Olay yerine yakınlardı ama öldürme fiiline doğrudan ya da dolaylı olarak katıldıklarını gösteren bir delil yoktu.

Yani sadece oradaydılar ve hiçbir şey yapmadılar.

**

Birinin elinde bıçak vardı, diğerlerinin ise sessizliği…

Ve Ahmet Mattia 14 yerinden bıçaklanarak hayatını kaybetti… Ve mahkeme dedi ki: “Suçsuzlar.”

Peki, gerçekten öyle mi? Bir çocuğun ölümü karşısında hiçbir şey yapmamak, gerçekten suçsuzluk mu?

Birinin canı alınırken susmak, o cana dokunmamış sayılır mı?

**

Bu ülkede ‘sessiz kalanlar’ hep bir adım geride durur. Ellerini kirletmezler ama vicdanları tertemiz de değildir. Suçu işlemezler ama durdurmazlar da. Kameraya girmezler ama hikayenin tam ortasındadırlar.

Sokakta birine kötü davranıldığında bakıp geçerken, bir çocuğun ağladığını duyup dönüp bakmadığımızda veya bir haksızlığa sessiz kaldığımızda…

O dört kişiden biri olmuyor muyuz?

**

Adalet, sadece ‘kim bıçağı tuttu’ sorusuyla aranmaz. Hiçbir şey yapmayanlar da en az bıçağı tutanlar kadar suçludur.

Ahmet artık yok. Ama o sessizlik hâlâ aramızda dolaşıyor.

Belki de asıl dava hâlâ bitmedi. Çünkü susmaya devam eden çok insan var bu ülkede.