Her yaz aynı manzaralarla karşılaşıyoruz: Yanan ormanlar, kuruyan göller, taşan dereler, zehir saçan denizler...
Sanki her yıl biraz daha uzaklaşıyor bizden doğa.
Ama biz hâlâ peşinden gitmek yerine, olan biteni ekranlardan izlemekle yetiniyoruz.
İzmir’deki orman yangınları, Marmara Denizi’ni kaplayan müsilaj, Konya Ovası’ndaki obruklar, Van Gölü’nün çekilen suları… Bunlar sadece çevre haberleri değil; doğanın sabrının tükendiğinin açık göstergeleri.
Artık doğa fısıldamıyor, bağırıyor. Ama biz, o sesi duymamakta kararlıyız.
Oysa mesele yalnızca birkaç ağacın yanması ya da bir gölün kurumaması değil.
Mesele, varlığımızın temeli olan doğal döngünün kırılması.
Toprak üretmiyor, hava kirleniyor, su tükeniyor.
Ve biz hâlâ daha çok bina, daha geniş yollar, daha yüksek tüketim istiyoruz.
Kendimize “modern” bir dünya kurduk.
Klimalarla doğanın sıcaklığını unuttuk, ekranlardan doğanın rengini izler olduk.
Rüzgârı camdan, yağmuru çatılardan, toprağı marketten tanıyoruz artık.
Ne yazık ki farkında olmadan konfor uğruna en temel bağımızı — doğayla olan ilişkimizi — yitirdik.
Bugün şehirlerde yeşil alan kalmadıysa, nehirlerde balık yüzmüyorsa, kuşlar göç yollarını şaşırıyorsa; bu sadece çevre sorunu değil, bir uygarlık krizidir.
Artık “çevreci olmak” bir tercih değil, bir mecburiyet.
Küresel iklim krizi artık bilimsel bir tartışma değil, günlük hayatın gerçeği.
Kuruyan tarım arazileri yüzünden gıda fiyatları artıyor, su kaynakları azaldığı için şehirler susuzluk tehdidiyle karşı karşıya kalıyor.
Yani doğayı kaybettiğimizde, sadece yeşili değil, geleceğimizi de kaybediyoruz.
Yine de her şey için geç değil.
Bir ağacı kesmek yerine korumak, plastik şişe yerine matara kullanmak, doğaya zarar vermeyen ürünleri tercih etmek…
Küçük adımlar gibi görünse de, bu alışkanlıklar zinciri dünyayı dönüştürebilir.
TEMA Vakfı’nın, Greenpeace’in, yerel belediyelerin yürüttüğü çevre kampanyaları; doğanın hâlâ kurtarılabileceğini gösteriyor.
Önemli olan, her birimizin “doğa benden uzak” demeyi bırakması.
Doğa kaçıyor, evet.
Ama o kaçarken arkasına bakıyor, hâlâ bekliyor bizi.
Bir ormanın gölgesinde, bir derenin serinliğinde, bir rüzgârın esintisinde…
Hâlâ bir şansımız var.
Yeter ki artık seyirci olmayalım.
Yeter ki, doğayı kurtarmayı bir vicdan meselesi değil, bir yaşam görevi olarak görelim.
Çünkü doğa bizden uzaklaşırsa, sonunda biz de kendimizden uzaklaşacağız.