1974 yılında ODTÜ öğrencisi olarak geldiğim Ankara’dan 48 yıl sonra ilk kez uzun süreliğine memleket topraklarına göçü başlattık. Geçtiğimiz hafta eşyalar yüklendi Foça’ya göç başladı. Gerçi Ankara’da mütevazı evimizi kapatmadık. İnsanın her zaman için başkentte başını sokacağı bir mekanı olmalı. Ne de olsa “Ankara, Ankara seni görmek ister her bahtı kara/ Senden yardım umar her düşen dara”. Manisa’da da baba ocağımız tütecek, Demirci’de hem rahmetli babamın adını taşıyan kütüphanemiz hem de aile ocağımız açık kalacak. Bundan sonra Ege’deyiz, akrabalarımız, dostlarımız, çocukluk, gençlik arkadaşlarımız yatılı okul arkadaşlarımız artık hep birlikte olacağız.

            Foça geçmişinde Saruhan Beyliğinin limanı, Cenevizlerin, Venediklilerin haracını Saruhan beyleri toplar ticaret iznini onlar verirmiş. Yani Foça’nın Manisa’yla bağı bugüne mahsus değil yüzyıllar öncesine dayanıyor. Söylendiğine göre Foça’nın yaz nüfusunda Manisalı oranı yerlilerden fazla. Çoğunluğu da eş, dost, akraba, çocukluk, gençlik arkadaşları kalanı da merhabamız olmasa da aşina olduğumuz hemşeriler. Yaz, kış oturan, artık oralı olmuşlar diyebileceğimiz kişiler hiç de az değil. Esnaf da oldukça fazla, yerli esnafın ticareti, tedariki de çoğunlukla Manisa’yla. Foça’nın tek camcısı İbrahim ustaya işim düştü, işim görülene kadar bekledim sohbet ettik. Rahmetli Dilaver (Vardarer) abiyi rahmetle yad ettik. Meğer bütün cam tedarikini ondan yaparmış. Semih Vardarer’e de görüşürsem selam söylememi istedi. Uzun zamandır görüşemedik, selam borcumu buradan ileteyim.

            Evimizin eksiklerini ben mümkün olduğunca memleketimden temin etmeyi tercih ederim. O yüzden yıllar sonra Manisa esnafı, tüccarı, sanayicisiyle de yeniden hem hal olduk. Gördüm ki, çoğunda baba dostlarının evlatları işlerin başında, nesilden, nesile işler yürüyor. Hepsinden duyduğum ortak şikayet başta nakliye olmak üzere maliyetlerin anormal yükseldiği ve haftada bir etiket değiştirmekten utandıkları. Gene de Manisa esnafı büyükşehirlere göre insaflı, oluru varsa tüketici lehine gerekli indirimi da yapıyorlar, Foça’ya kadar da götürüyorlar.

            Selimşahlar kasabası adeta mobilya, yatak, koltuk, kanepe üssü olmuş. Gayet kaliteli ürünler imal ediyorlar, Kayseri’nin bol reklamlı, anlı şanlı markalarından hem ucuz hem de kaliteli. Kayserili dostlarımız gücenmesinler ama anlaşılan hem Kayserililer hem de İsveçliler reklam giderlerini tüketicinin sırtına yüklüyorlar.

            Bir taraftan bu modern fabrikalarda kaliteli üretim yapılırken, diğer taraftan üzüldüğüm husus ise hem Selimşahlar’da hem de Manisa’nın hemen her yerinde güzelim tarım arazilerinin fabrika, işyeri, depo, konut ve benzeri binalarla yok edilmiş olmasıdır. Yıllardır sanayileşme ve ülkenin kalkınması için çalışıyor, dirsek çürütüyor, kafa yoruyorum. Ancak savunduğumuz hep planlı kalkınma ve yatırım yeri seçiminde planlı ve organize alanların tercih edilmesiydi. Bu planlı organize alanlar da seçilirken birinci sınıf tarım arazileri yerine nispeten kıraç arazilerin seçimini öngörürdük. Bunun için de yer seçimlerini kolaylaştırmak için coğrafi bilgi sisteminin oluşturulması için var gücümüzle destek verdik.

Görüyorum ki; Avrupa’nın en iyi yatırım yeri seçilmesi için çaba harcadığımız ve bunu üst üste birkaç yıl başardığımız Manisa’da bile gelişi güzel yapılaşmayla güzelim tarım arazileri harap edilmiş. Doğrusu önceki Tarım Bakanı hemşerimiz ne yapmış, Nasıl izin vermiş? Merak ediyorum. Sadece Tarım Bakanlığı mı? Hayır! Her Hükümette adı değişen çevreyle, imarla, karayollarıyla ile ilgili bakanlıklar, belediyeler ve daha başka hangi ilgili kuruluşlar varsa bu katliamdan hepsi ortaklaşa sorumludurlar. İfade edildiğine göre sadece Manisa değil, başta Bursa, Antalya, İzmir, İstanbul olmak üzere yurdun hemen her yerinde plansız sanayileşme ve yapılaşma yüzünden son 20 yılda bir Bulgaristan toprağı kadar tarım alanı beton olmuş. Hani şu saman ithal ettiğimiz Bulgaristan var ya işte onun tarım arazileri kadar toprak talan olmuş.

Manisa OSB kurulurken ben lise talebesiydim. Her hafta sonu Bornova’dan, okulumdan Manisa’ya gelirken ilerlemeleri gün be gün izler her yeni fabrika temeli atıldığında da gururlanırdım. Süleyman Demirel Başbakan, eniştem Orhan Sorguç da Sanayi dairesi reisiydi. O zamanlar Sanayi dairesi birkaç bakanlığa eşdeğer büyüklükteydi ve OSB’lerin işlemleri de oradan yürütülürdü. Rahmetli Hasan Türek sık, sık babamı arar kredi, ödenek ve benzeri işlerin takibi için enişteden destek isterdi. Bürokrasinin aşamayacağı konularda ise Bakan Mehmet Turgut ve nadiren de olsa Başbakan Demirel aranırdı. Belediye Başkanı merhum Mustafa Çapra ve merhum Hasan Türek’in çok büyük gayretleri vardı. Henüz ergen yaştayken bu görüşmelere bizzat tanık olmuştum. Aklıma hep şu soru gelirdi: “Neden OSB şehirden bu kadar uzağa kuruluyordu”. Bu sorumu bir karşılaşmamızda enişteme sormuştum ve cevabını da almıştım. Yer seçimi sadece Sanayi Bakanlığının değil, Tarım Bakanlığı, İmar İskan Bakanlığı, Belediye ve diğer ilgili kuruluşlarla istişare halinde kentin çevre planı ve tarım arazilerinin korunmasının dikkate alınarak yapılıyormuş. Aslında bugün de ufak tefek ilavelerle aynı kurumlar sorumlu ama sanıyorum ki; bugünkü bürokrat ve seçilmişlerin o günküler kadar sorumluluk bilinci yok, veya emir büyük yerlerden geliyor. Aslında imara açılan alanlarda da aynı kriterler geçerlidir, yani kentsel gelişimi tarım arazileri yönünde planlayamazsınız. Ancak rant öncelikli olunca tarım arazilerini düşünen yok, olan da vatandaşa oluyor.

Manisa büyümüş, gelişmiş ama tarım alanları da daralmış. Aslında tek bir sorumlu da yok. Üniversite yerleşkesini Muradiye’ye kurarsanız, Muradiye de Manisa’ya birleşir. OSB’yi Keçiliköy tarafına değil de neden Muradiye tarafına genişletirsiniz? Muradiye OSB diye neden yeni bir OSB kurarsınız? Orta Ölçekli Sanayii neden zeytinliklere kurarsınız? Gidin Turgutlu yönüne nispeten kıraç arazilere kurun, cezaevi, şehir hastanesini oralara kuracağınıza yeni OSB’yi kursaydınız.

Ben gördüklerimi söylüyorum, eleştirilerimi de yapıyorum. Bu bozulma son 20 yıldır daha da arttı ama eleştirdiğim hususlarda benim tarafı olduğum siyasi iktidarlar veya yerel yönetimlerin de kusuru varsa sözüm onlara da gitsin ben doğru bildiğimi söylerim. Ancak Zafer Ünal Belediyeyi bırakalı 28 yıl olmuş, merkez sağ da 24 senedir iktidardan uzakta, yani onların bunda payı olması zayıf ihtimaldir. Ayrıca bu sadece karar veren ve uygulayanların değil ses çıkarmayan vatandaşların, STK’ların, odaların, meslek kuruluşlarının da kusurudur. Kimse domatesi 25 TL yiyoruz diye şikayet etmesin hepiniz sorumlusunuz.

Bu yazıyla beraber yeniden Ege’ye merhaba diyorum. Bir yılı aşkın TARİŞ genel müdürlüğünden sonra yeniden doğduğum büyüdüğüm topraklardayım artık. Gördüğümü, bildiğimi çekinmeden, kimseyi kayırmadan yazmaya deva edeceğim. Kalın sağlıcakla…