4 Ağustos 2021'de neyse, bugün de o. 'Daha kaç kez küllerimizden doğacağız?' başlıklı yazımda, yine ormanlarımızın, yüreklerimizin nasıl yandığını kaleme almışım.

Güzel ülkem yine öyle bir yangının içinde kaldı ki, ateş sadece düştüğü yeri değil tüm Türkiye'yi yaktı. Karabük, Bursa, Kahramanmaraş' taki yangınları yaşlı gözlerle, çaresizce izlerken; güzelim doğanın yok oluşunu, canlıların çığlıklarını, yiten canların acılarını izledik, duyduk ve hissettik.

Günler öncesinde Çeşme, Çanakkale, Sakarya, Bilecik yangınlarıyla daha yüreğimiz soğumamışken, tekrar öyle bir yangının içinde kaldık ki, biri bitmeden biri başlayan, belirli hassas noktalarda çıkan, müdahalede aciz kalınan, ister sabotaj deyin ister planlı programlı, ister doğanın intikamı deyin ister kendiliğinden çıktı. Nedeni ne olursa olsun güzelim ormanlarımız bir bir yandı, bitti, kül oldu. Alevlerin karşısında durmaya çalışan, ateşin içinde kalan, elleriyle tırnaklarıyla yangına karşı mücadele veren canlar gitti. Yeşilin rengi siyaha, ağacın kokusu dumana, ise döndü. İnsanlar evsiz barksız, işsiz güçsüz kaldı. Ormanların içinde doğanın dengesini sağlayan ve yaşayan canlılar çığlık çığlığa yandı.

İnsanoğlu, böylesi afetler karşısında ne kadar aciz kullar olduğunu anlıyor. Anlıyor derken, anlayanlar; yangın yerlerine hiç düşünmeden bir avuç toprak atmaya gidenler. Televizyon karşısında haberleri izlerken gözyaşı dökenler. Türkiye'nin diğer ucundan 'Ben nasıl yardım edebilirim?' düşüncesiyle elinden geldiğince yardım ederek uzakları yakın edenler. Saçlarını taramaya devam edenler için diyeceğim birşey yok, onlar dünya yansa umurlarında olmayacak bir kesim çünkü. Allah affetsin onları.

Yetkililer, bakanlar, milletvekilleri, devlet büyüklerimize gelince. "Rüzgar olmazsa yangın büyümez, yangını kontrol altına aldık, hayırlısıyla, inşallah, maşallah, hamdolsun" söylemleri ya sabır çektirecek türden. Onlara göre elektrik telleri birbirine değmese, Basra'dan anormal hava sıcaklıkları gelmese, rüzgar şöyle usul usul esse tüm bunlar olmayacak. Umursamaz, vicdansız, insanlıktan nasibini almamış zırcahil ya da bilerek o ateşi yakanların da, doğaya gelişigüzel atılan cam ve pet şişelerin de, sigara izmaritini arabasının camından atanların da neden olduğu yangının çıkmasında ve bu kadar büyümesinde çevresel faktörlerin de etkileri tabii ki vardır, inkar edilemez. Edilemez de, senin çıkan bir yangına müdahale etmek için donanımın yeterli mi, kilit noktalardaki yetkililerin bilgi birikimi ve tecrübesi ne ölçüde? Her yer yandıktan ve artık yanacak tek bir ağaç kalmadıktan sonra, "Yangını kontrol altına aldık" açıklaması ne kadar içinize siniyor?

Bir yerlerde bir eksiklik var. Elimizdeki imkanlar bu yangına mücadele etmeğe yetmedi. Bunu gördük. Ateş ve sel yakar, yıkar, geçer evet doğru. Ama elinden geleni de ardına koymazsın mücadele ederken. Önceden yaşanan yangından ders çıkarılmadığında hemfikir olanlar, havadan müdahalenin yine yetersiz kaldığı konusunda isyan ettiler. Organize bir insan gücü, havadan müdahale tabii ki vardı ama, bu olağanüstü durumda daha da fazlasına ihtiyaç duyuldu.

Yangına müdahale edecek uçak ve helikopter sayısının arttırılması zaruri. Önceden olduğu gibi her afet anında olay yerine koşan askeri gücün de bir şekilde mücadelenin içinde yer alması gerekli. Biz gerekli her türlü önlemimizi alalım ki, devlet ve millet olarak elbirliğiyle elimizden gelenin en fazlasını yapalım. Zaman; siyaset, o parti, bu şahıs, güç, iktidar savaşı, aciz görünmemek için kibirli davranma zamanı değil ki. Konu, her daim küllerinden yeniden doğan Türkiye'nin güzelim vatan toprakları.

Ama niçin güzel ülkemin felaketlerle küle dönüp yeniden doğması gerekiyor ki? Bu yaşadıklarımızdan herkesin kendine bir pay biçmesi ve bir ders çıkarması zamanı şimdi değilse, ne zaman? Halen yangın bölgelerinde orman, itfaiye, gönüllüler ve bölge sakinleri soğutma çalışmalarını var güçleriyle yapıyorlar. Onların hakkı hiçbir zaman ödenmez. Tek bir kıvılcıma neden olanlar da, hak ettikleri cezayı kat be kat fazlasıyla çeksin. Bugüne kadar yanan topraklar elbet yine yeşerecek ama, bundan sonra geride kalanları korumak hem kendimize, hem de gelecek nesillere boynumuzun borcudur.