Küçük yerlerde insanlar birbirine yakındır. Herkesin birbirinden haberi vardır, kim kiminle görüşmüş, kim ne giymiş, kim neden üzgün — hepsi bilinir.
Bir köyün, bir kasabanın sessiz sokaklarını düşünün. Akşam ezanıyla birlikte kapanan dükkânları, sessizleşen meydanı, herkesin birbirini tanıdığı ama kimsenin kimseyi tam olarak anlamadığı o yerleri… Dışarıdan bakan biri için huzur gibi görünür; sakinlik, doğallık, insan sıcaklığı… Ama o sessizliğin içinde yankılanan bir şey vardır: Büyük bir yalnızlık.
Küçük yerlerde insanlar birbirine yakındır. Herkesin birbirinden haberi vardır, kim kiminle görüşmüş, kim ne giymiş, kim neden üzgün — hepsi bilinir. Ama işte ne gariptir ki, bu kadar yakınlık içinde bile anlaşılmak neredeyse imkânsızdır.
Birinin seni görmesi kolaydır, ama seni anlaması zordur.
Belki bu yüzden, kalabalıklar içinde değil de, küçücük yerlerde daha derin hissedilir yalnızlık.
Küçük yerlerde sessizlik vardır ama o sessizlik huzur vermez her zaman. Bazen boğar. Çünkü konuşmadığın, anlatmadığın her duygu yankılanır durur içerde.
Dertlerini anlatmak istersin ama herkesin birbirine yetiştiği, her şeyin dedikoduya döndüğü bir ortamda susmayı seçersin.
Ve işte o suskunluk büyür, ağırlaşır, yalnızlığa dönüşür.
Küçük yerlerde yaşayanların çoğu, büyük şehirlere gitmek ister. Sebebi sadece iş ya da imkân değildir. Aslında aranan şey anlaşılmaktır.
Birilerinin seni yargılamadan dinlemesi, ne dediğine değil, ne hissettiğine kulak vermesidir.
Ama o anlayış çoğu zaman küçük yerlerin sınırlarına sığmaz. Çünkü orada insanlar, kalıpların dışına çıkanları hemen fark eder ve sorgular.
“Niye böyle giyiniyor?”, “Niye yalnız geziyor?”, “Niye herkesle görüşmüyor?”
Oysa bazen insan sadece kendiyle kalmak ister. Ama küçük yerlerde yalnız kalmak bile açıklama gerektirir.
Büyük şehirlerde insanlar birbirine çarpar ama temas etmez. Küçük yerlerde insanlar birbirine dokunur ama çoğu zaman içten değildir.
Biri fiziksel, diğeri ruhsal bir yalnızlık yaratır.
Ama küçük yerlerdeki yalnızlık daha derindir; çünkü orada kaçacak yer yoktur. Aynı yüzleri, aynı sokakları her gün görürsün. Değişen tek şey senin içinde büyüyen sessizliktir.
Belki mesele küçük yerler ya da büyük şehirler değildir.
Belki mesele, kimseyle değil, kendimizle iletişim kuramamamızdır.
Küçük yerlerde yalnız kalanlar, belki de içindeki sesleri duymaya daha çok mahkûmdur. Çünkü dış dünyanın gürültüsü azaldıkça, insanın iç sesi büyür.
Ve bazen en büyük kalabalık, insanın kendi içinde yaşadığı sessizliktir.
Küçük yerlerde büyük yalnızlıklar vardır, evet. Ama belki de bu yalnızlık, bir yönüyle öğreticidir.
İnsana, başkalarıyla değil, kendiyle yaşamayı öğretir.
Kalabalıklardan uzak, etiketlerden, rollerden arınmış bir hayatın içinde, insan kendiyle yüzleşir.
Ve bazen, o yüzleşme her şeyden değerlidir.
Belki de mesele yalnız kalmak değil, yalnızken bile tamam hissedebilmektir.
Belki de küçük yerlerde büyük yalnızlıklar, bir yanıyla büyük farkındalıkların başlangıcıdır.