Bir zamanlar mahalle aralarında yankılanan çocuk kahkahaları vardı. İp atlayan kızlar, misket oynayan oğlanlar, saklambaçta “ebe” olmaktan kaçan küçük ayak sesleri…

oğlanlar, saklambaçta “ebe” olmaktan kaçan küçük ayak sesleri… Oyun, hayatın en doğal parçasıydı. Çocuk, oyunla öğrenir, oyunla sosyalleşir, oyunla büyürdü.

Bugünse manzara farklı. Sağ olsun, gelişen teknoloji orada da yerini aldı. Çağımızın silahı olan, kullanmayı bilmediğinizde felakete yol açan teknoloji, bir geleneği daha çaldı bizden… Çocukların ellerinde misket yok; tablet var. Sokak oyunlarının yerini mobil uygulamalar aldı. Artık çocuklar oyun oynamıyor; uygulama kullanıyor.

Tablet ve akıllı telefonlar, yeni neslin oyuncakları oldu. Bir çocuğun doğum günü hediyesi artık bisiklet değil, son model bir tablet. Daha yürümeyi yeni öğrenen bebeklerin bile ekrana kayıtsız kalmaması, bizi “dijital çocukluk” kavramıyla tanıştırıyor.

Ebeveynler açısından da bu durum cazip görünüyor. Çünkü ekran, çocuğu oyalayan en etkili “bakıcı” haline geldi. Yorgun anne-babalar, çocuklarının saatlerce bir köşede sessizce çizgi film izlemesini, oyun uygulamasıyla meşgul olmasını rahatlık olarak görüyor. Ancak bu kolaylık, uzun vadede ciddi bedelleri beraberinde getiriyor.

Oyun, sadece eğlence değil; aynı zamanda bir öğrenme biçimidir. Saklambaç, işbirliği ve stratejiyi öğretir. İp atlamak, ritim duygusunu geliştirir. Misket, sabrı ve dikkat etmeyi kazandırır. Bu oyunların hepsinde ortak bir yan vardır: çocuk, çocuğa dokunur.

Bugünün çocukları ise dokunmuyor, tıklıyor. Uygulamalar, onları ekran başında yalnızlaştırıyor. Mahalle oyunlarının yerine “çok oyunculu çevrim içi oyunlar” geldi ama ironik biçimde çocuk, odasında tek başına oynuyor. Bu durum, çocukların sosyal becerilerini zayıflatıyor, empati yeteneklerini törpülüyor. Çünkü karşısındaki oyuncu bir insan değil, bir kullanıcı adı.

Elbette dijital oyunların tamamen kötü olduğunu söylemek doğru değil. Zeka geliştirici, problem çözme becerisini artırıcı oyunlar da mevcut. Fakat çoğunluğu, çocuğu ekran bağımlılığına sürükleyen tasarımlarla dolu. Renkli grafikler, ödül sistemleri ve sürekli “bir sonraki seviyeyi geçme” dürtüsü, çocuk beynini tutsak ediyor.

Bu bağımlılık, çocukların dikkat sürelerini kısaltıyor. Dışarıda oynanan oyunda kaybeden çocuk, sabırla yeniden denemeyi öğrenir. Oysa uygulamada bir “reset” tuşuyla her şey sıfırlanıyor. Sonuçta çocuk, gerçek hayatta başarısızlığa tahammül edemez hale geliyor.

Bir başka mesele de ebeveynlerin ikilemi. Çocuğunun teknolojiyle geri kalmasını istemeyen anne-baba, tablet ve telefonu adeta zorunluluk gibi görüyor. “Çağın gerisinde kalmasın” düşüncesiyle ekran süresini artırıyor. Oysa mesele, teknolojiye sahip olmak değil; onu bilinçli kullanabilmek.

Ekranı tamamen yasaklamak çözüm değil. Çünkü teknoloji, hayatın kaçınılmaz bir parçası. Ama sınır koymak, çocuğun gerçek oyunlarla tanışmasına alan açmak şart.

Çocukların yeniden oyunla buluşması için önce yetişkinlerin farkındalık kazanması gerekiyor. Parklar ve bahçeler sadece dekor değil, çocukların dünyasıdır. Çocuğu sokağa çıkarmak, arkadaş edinmesine fırsat tanımak, belki de en büyük hediyedir.

Kjhgfds

Bir ip, bir top, birkaç taş… Aslında oyun için gereken malzeme bu kadar basittir. Asıl mesele, zamanı ve alanı vermek. Çocukların hayal gücü, uygulamalardan çok daha güçlüdür. Yeter ki onlara fırsat tanınsın.

Bugünün çocukları uygulama kullanarak büyüyor, ama oyunla büyüyemiyor. Bu, sadece onların değil; geleceğin de kaybı demek. Çünkü oyun, çocukluğun dili, insanlığın ortak hafızasıdır.

Belki de artık şu soruyu sormalıyız:

Çocuğumuza hangi uygulamayı indirdiğimiz değil, hangi oyunu öğrettiğimiz daha önemli değil mi?