Adı üstünde; açlık… Peki, kim, neye ve neden aç?

İnsanların genel bir tutumudur cevap aramak ancak sorduğunuz sorunun bir işlevi yoksa bulduğunuz yanıtta derinlikli olmaz. İnsanlar artık her şeye teknoloji sayesinde kolayca erişebiliyor. Doğru, yanlış, taraflı, tarafsız… Aklınıza gelen her şey artık elinin altında.

Soru sormak ve sorgulamak sınırlı. Bir olay meydana geliyor, bazen merak, genellikle bir problem. İnternette cevaplar her zaman mevcut. Hızlı ve kestirme çözümler sunuluyor. Ancak bunlar geçici… Nedensellik sığ bilgiye dayanıyor. Asıl problem burada değil. Sorun, zihnimizi ve kalbimizi geçici bir şekilde doyuruyor olmamız. Bu tıpkı abur cuburlarla beslenmemiz gibi. Obezleşiyoruz ve bu durum da açlığımızı tetikliyor.

Artık hızlı yaşantılar sürüyoruz. Her zaman bir yetişme telaşı içindeyiz. Sohbetlerimiz ayaküstü yapılır, yemeklerimiz aceleyle yenir. Sevgiler hep kısa ömürlü…

Herkes “hız” arıyor. Hızlı bilgisayar, hızlı araba, hızlı telefon… Durum böyle olunca her şeyi hızlıca tüketiyoruz. Hiçbir şeyi tam olarak sindiremiyoruz. Aşkı, kariyeri, bilgiyi ve elbette yemeği.

**

Yukarıda bahsettiğim her şey duygusal açlıkta karşılık buluyor. Duygusal açlık, yeni bir terim olarak hayatımıza girdi. Değişen yaşam kültürüyle birlikte, yavaş yavaş ve sindire sindire hayatımıza girdi. Bilimsel literatürde yer almaya başladı ve bir yeme bozukluğu türü olarak tanımlandı.

Sonuca baktığımızda bu tanımların hiçbiri yanlış değil, hatta oldukça doğru. Fiziksel açlıktan ayrılma çabası, tedavisi ve başa çıkma yöntemleriyle. Ancak süreç açısından bakarsak, işin “açlık” kısmına değil, “duygu” kısmına odaklanmamız gerektiği görülüyor.

Duygusal açlık, genellikle bilinçaltımızda gizlenen ve bizi derinden etkileyen duygusal ihtiyaçlarımızın doyurulmamış olmasından kaynaklanır. Peki, nedir bu duygusal açlık ve hayatımızı nasıl etkiler?

**

Eğer açlığı yalnızca yeme davranışlıyla ilgili belirtileri ele alırsak, sorunun sadece yüzeyini çözecek kısıtlı bir çözüm rotası oluşturur. Ancak duygusal süreçlerden yola çıkarsak, bu hem açlık çekmeyenler için koruyucu bir yol oynar hem de açlık çekenler için iyileştirici bir etki sağlar. Açlığını gidermiş olanlar içinse sürdürülebilir denge sağlar.

Perspektifi biraz değiştirip baktığımızda fark ederiz ki, asıl açlık çeken midemiz değil, ruhumuzdur.

Hız ve hazırcılıkla tatmin olmayan, tatmini zorlaşan duygularımızdır. Empatinin azalmasıdır açlık hissettiğimiz. Paylaşımın ve hakların erozyonundan kaynaklanan yalnızlık hissidir, kalabalıklar içinde bile. Zayıflık korkusuyla sürekli güçlenmeye çalışmak, yaşadığımız durumdur. Sonuç olarak stres ve güvensizlik gibi duygusal zorluklarla karşı karşıya kalırız.

**

Duygusal açlığı tanımlamak ve anlamak, onunla başa çıkmanın ilk adımıdır. İlk olarak, duygusal ihtiyaçlarımızın farkına varmalıyız. Kendimize şu soruları sorarak başlayabiliriz: Hangi duygusal ihtiyaçlarım karşılanmıyor? Kendimi ne zaman ve nasıl boşlukta hissediyorum? Bu boşluğu doldurmak için hangi davranışlara yöneliyorum?

Bu sorulara verdiğimiz cevaplar, duygusal açlığımızın farkına varmamızı sağlar. Ancak, farkındalık tek başına yeterli değildir. Bu noktada, duygusal ihtiyaçlarımızı sağlıklı yollarla karşılamak önemlidir.

Meditasyon, terapist ile görüşme gibi yöntemler, duygusal sağlığımızı desteklememize yardımcı olabilir. Ayrıca, sevgi dolu ilişkiler kurmak, duygusal açlığımızı gidermenin en etkili yollarından biridir.

Sonuç olarak, duygusal açlık, modern dünyada pek çok insanın yaşadığı ama farkında olmadığı bir durum. Bu açlığı fark etmek ve sağlıklı yollarla gidermek, yaşam kalitemizi artırır ve daha tatmin edici bir yaşam sürmemizi sağlar. Duygusal ihtiyaçlarımızı göz ardı etmemeli, onları anlamaya ve karşılamaya özen göstermeliyiz. Unutmayın ki, ruhun da tıpkı bedenimiz gibi ilgiye ve bakıma ihtiyacı var.