Sokaklar artık başka bir ritimde yürüyor. Bir zamanlar sabahın telaşında simit kokusu ve kahkaha sesleri birbirine karışırdı; şimdi ise sessizlik, fiyatların gölgesinde ağır ağır dolaşıyor.
İnsanlar birbirine bakmadan yürürken, omuzlarında görünmez bir yük taşıyor. Herkesin cebinde aynı denklem var: “Bugünü nasıl çıkaracağız?”
Ekonomik kriz sadece market raflarındaki etiketlerde, akaryakıt tabelalarındaki sayılarda değil. Kriz, mutfakta kaynayan tencerenin yarıya düşen porsiyonunda, çocukların çantasında eksilen kalemde, gençlerin ertelediği hayallerde yaşıyor. Hayatlarımız, “şimdilik idare edelim” cümlesinin içine sıkışmış durumda.
**
Geçen hafta market kasasında önümde yaşlı bir teyze vardı. Aldığı ürünlerin fiyatlarını görünce geri koydu. Sadece bir somun ekmek ve makarna aldı. Kasadan çıkarken elinde fişi buruşturup çantasına koydu, sanki görmezse gerçeği unutacakmış gibi.
Bu küçük an, bana uzun uzun ekonomi tabloları yerine tek bir fotoğraf karesi gibi geldi. Çünkü bazı gerçekler, rakamların soğuk diliyle değil; insanların sessiz hareketleriyle anlaşılır.
Bizler bu ülkede çok kriz gördük. Depremler, darbeler, ekonomik çalkantılar… Ama hiçbirinde, insanların hayallerini böylesine küçülttüğüne tanık olmadım.
Eskiden “Yaz tatilinde tatile gidelim mi?” konuşulurdu, şimdi “Bayramda köye gitsek masraf olur mu?” diye hesap yapılır oldu. Gençler, yurt dışı hayalini değil; ev kiralarını, faturalarını düşünüyor.
**
Ve bu sessizlik… İşte en tehlikelisi de bu. Kimse bağırmıyor, kimse yüksek sesle şikâyet etmiyor. Belki alıştığımızdan, belki de sesimizin duyulmayacağına inandığımızdan. Oysa krizler, sessizliği sever; insanlar sustukça büyür.
Ama yine de umudu tamamen terk etmeyen bir damar var bu topraklarda. Bir komşunun diğerine yaptığı sıcak çorba ikramı, bakkalın deftere yazıp unuttuğu borç, öğrencinin arkadaşına “Senin biletini ben alırım” demesi… Bunlar parayla ölçülemeyen, ama krizin ağırlığını hafifleten şeyler.
Evet, krizler geçer. Tarih bunun tanığı. Bir gün fiyatlar düşer, etiketler değişir, alım gücü toparlanır. Ama o güne kadar, birbirimize tutunmak zorundayız.
Çünkü asıl mesele, cebimizdeki eksilmeyi değil; ruhumuzdaki eksilmeyi onarmak. Ve bu onarımın tek ilacı, dayanışma!