Geçen haftaki yazımızda, “Manisa’nın velileri” demiş ve şehrimizin renkli simalarından söz etmeye başlamıştım… Çok güzel dönütler aldım.

Nasıl olsa altı gün sonra sandık başına gidip kendimize göre en iyisini, en doğrusunu, en beğendiğimizi seçip, istediğimiz aday seçilse de seçilmese de, lafa “ben dememiş miydim” diye başlayıp bitmez tükenmez yorumlar yapacağız… Çıkacak sonucun hayırlar getirmesini diliyorum.

Seçimler bitip de üzerinden altı-yedi gün geçtikten, sular durulduktan sonra yorumlarımızı yaparız…

Geçen haftaki yazımızın ardından, en eski arkadaşlarımdan biri, her ne kadar İstanbul’da yaşasa da gözü kulağı Manisa’da olan, Manisa sevdalısı Av. Erol Uzsoy şöyle demiş: “Hacım, güzel olmuş. Sabuncubeli rampalarında şanzıman patlatan İbo’yu, en kördüğümleri çözen Tiktak Ahmet'i, en eski garajda yolcuların bavullarını taşımaya talip olup verilen ücreti beğenmeyip hayali polis Muzaffer abisine şikayet edeceğini söyleyen Orhan’ı da unutma…”

Evet… Onları da sırayla yazacağım…

Sabah gazetesinin 8 Aralık 2010 tarihli Manisa ekinde bir yazım yayımlanmıştı. Yarım gazete sayfası tutuyordu… Şimdi sizleri o yazımın bir bölümüyle baş başa bırakıyorum:

Manisa’da yaşayan; Manisa’nın çarşısına pazarına, sokak yaşamına renk katan, Manisalılarca benimsenip sevilen dostlarımızdan söz ediyorum. Onlara bazıları “Manisa’nın delileri” diyorlar. Ben bu tarifi sevmediğim için “Manisa’nın velileri” demeyi tercih ediyorum. Onlarla aramızda yıllardan beri bir dostluk, bir sıcaklık çemberi olduğunu düşünüyorum. Manisa çarşısında yarım asırdan fazla zaman önce esnaflık yapan babamın da onlarla dostluğu vardı. Bu dostluk bana babamdan yadigardır.

Örneğin Yaşar Pehlivan… O kendisini iyi bir pehlivan zannederek, yağlı güreş müsabakalarında sözde aldığı birinciliklerle övünürdü. Çanakkaleli bilmem kimi nasıl alt ettiğini, Burhaniyeli bilmem kimi nasıl kaçırttığını, Edirne’ye nasıl gidip geldiğini anlata anlata bitiremezdi. Oysaki yaptığı tek iş, yağlı güreşlerde pehlivanlara yağ dökmekten ibaretti. Ama o kendisini ünlü bir pehlivan sanırdı. Kimseden bir şey istemezdi, verirlerse alırdı. Ama eski Manisalılar, Pehlivan’ı gördüklerinde en azından bir çay, bir ekmek parası verip gönlünü almaya çalışırlardı.

Bir de babamın Ahmet’i vardı… Küçük yaşta menenjit geçirmiş bir Manisalıydı. Herkes ona “Tiktak Ahmet” derdi. Öyle tanınırdı. En kızdığı kelime “Tiktak” idi. 7-8 yaşlarımdayken bir gün yanından geçerken  “Tiktak” demiştim, beni epeyce kovalamış, sonunda yakalamıştı. Korkumdan donakalmış, ağlamaya başlamıştım. Ağlamamdan o da etkilenmişti demek ki, bana bir şey yapmadan bırakmıştı. Sonradan öğrendiğime göre babamın teyzesi olan Huriye Teyze, Tiktak Ahmet’i çok severmiş, o ne isterse verirmiş, o da Huriye Teyze’nin yap dediğini yaparmış. Huriye Teyze’ye “Aba” diye seslenirmiş. Tiktak Ahmet’in “aba”sı çok kıymetliydi, ona toz kondurmazdı. Tiktak Ahmet’in bir ömür boyu iplik biriktirdiğini bilirim. Öyle bir saplantısı vardı. Bir de o zaman elişi kağıdı diye renkli kağıtlar satılırdı. Bir de kargı bulurdu. Geriye sadece uçurtma yapmak kalırdı. Ama Tiktak Ahmet o uçurtmayı hiçbir zaman yapamadı. Annesi her gün kıyafetlerini değiştirirdi, eli yüzü düzgündü. Bizim dükkana her gelişinde babam onunla ilgilenirdi. Babamın stresi sıkıntısı, Tiktak Ahmet’i görünce geçerdi. Ona iplik verirdi babam. İp, onun hiç olmayan uçurtmasının ipiydi. Herhalde Tiktak Ahmet’in biriktirdiği ipler uç uca eklense Manisa’dan İzmir’e yol olurdu. Kızdırmasalar Tiktak Ahmet’in kimseye zararı dokunmazdı, kızdığındaysa kendine göre beddualar ederdi. Nur içinde yatsın Tiktak Ahmet.

Daha sonra “Bayram” çıkageldi hayatımıza… Şehirde “Deli Bayram” olarak bilinirdi. Onun da, topladığı paraları yengesine götürdüğü söylenirdi. Bir gün elinde uzun bir kargı, kargının ucuna bir maşrapa bağlanmış, onu iki metre mesafeden uzatır, paranın onun içine atılmasını isterdi. Babam bir gün sormuştu, niçin öyle uzaktan para istediğini. “Böyle ilginç buluşlarım olmasa, kim para verir bana” demişti. Bazen cebinden iki üç tane kurbağa çıkardığını da görmüştüm. Kurbağaları mıncıklar, bağırtırdı. Onun yöntemi de böyleydi. Kardeşleri vardı Bayram’ın: Biri Zaim, biri Çavuş Muharrem. Fırınlarda çalışır oralarda yatıp kalkarlardı. Bizim dükkanı yanında Örnek Fırını işletmecisi Nejat Usta onlara sahip çıkar, ihtiyaçlarını giderirdi. Nejat Usta rahmetli olunca Zaim’in ne olacağını, ona kimin bakacağını düşünürken, bir baktık ki bir hafta sonra Zaim de rahmetli olmuş. Zaim Abi de ilginç bir adamdı. Fırının kimde ne kadar alacağı var, kime ne kadar borcu var hepsini aklında tutardı. Oduncuya, işçilere ne para veriliyorsa Zaim Abi bilirdi.

Çarşımızda ayrıca tüm bu renkli simaları seven, onları kollayıp koruyan Saatçi Oğuz abimiz vardı. Oğuz (Şılarsönmez) abimiz onları hoş tutar, bir dediklerini iki etmezdi. Manisamızın velileri, onun yanına uğramadan edemezlerdi. Saatçi Oğuz abiyi de geçtiğimiz yıllarda kaybettik…