Bir insanın canı ne kadar eder? Ne parayla ölçülür ne kelimelerle ifade edilebilir.

Ama bu ülkede öyle kararlar veriliyor ki, insan hayatı taksitli bir ödeme planına sığdırılıyor.

Antalya’da, iki yıl önce yaya geçidinde karşıdan karşıya geçmeye çalışan Kazakistanlı bir kadın, bir otomobilin çarpması sonucu hayatını kaybetti. Mahkeme sürücüyü yüzde yüz kusurlu buldu. Verilen ceza: 2 yıl 1 ay hapis. Sonra da bu ceza, 30 bin 400 lira adli para cezasına çevrildi.

Kısacası: Bir can, 30 bin 400 liraya satıldı.

**

Peki, sizlere sormak istiyorum…

Yaya geçitlerinin üzerindeki çizgiler ne için var? Yıllardır yapılan “önce yaya” kampanyaları ne işe yarıyor?

Mahkemeler, yüzde yüz kusurlu bir sürücüye “paranı öde, yoluna devam et” diyecekse, bu çizgilerin, bu tabelaların, bu kampanyaların anlamı nedir?

**

Her gün onlarca insanı trafik kazalarında kaybediyoruz. Dosyalar açılıyor, davalar başlıyor, “taksirle ölüme sebep olma” başlığı altında cezalar veriliyor. Sonra indirimler, sonra paraya çevrilen hükümler…

Ve sonunda kapanan dosyalar, kapanmayan yaralar kalıyor.

Ama en acı soru şudur: Bir evladın kaybı kaç taksite sığar? Bir annenin gözyaşına hangi banka dekontu denk gelir? Bir insan ömrünün bedeli kaç lira yazılır?

**

Burası artık hukukun ötesinde, vicdanın sınavıdır. Eğer bir mahkeme, yüzde yüz kusurlu bir sürücüye “30 bin 400 lirayı yatır, yoluna bak” diyorsa, bu ülkede sokakta yürüyen her yayanın güvenliği koca bir soru işaretidir.

Çünkü hayat parayla ölçülemez. Hiçbir canın değeri mahkeme kararındaki rakamlarla ifade edilemez.

Ama biz bugün, yargının soğuk satırlarında, şu acı gerçekle yüzleşiyoruz: Bir hayatın bedeli 30 bin 400 lira.

Ve en büyük kayıp, aslında adaletin vicdanlarda yitip gitmesi!