Bu iki kelimenin yan yana gelmesi bile hem dinin hem de siyasetin doğasına aykırıdır, siyaset kurumuna da dine de zarar verir.

Oysa binyıllar boyu siyaset de, uluslararası ilişkiler de, savaşlar ve hatta ticaret de din üzerinden yürümüştür. Hangi dinin mensubu olurlarsa olsunlar, halkın din duygularını istismar edenler, yarattıkları sanal düşmana karşı güç toplamışlar ve din savaşları böyle başlamıştır.

Bu yüzdendir ki sekülerizm ve laisizm gibi yönetim anlayışları doğmuştur. "Sekülerizm" ateizm veya dinsizlik demek değildir. Sekülerizm başlıca iki temel önermeyi içermektedir: Birincisi devletin dinsel kurumlardan kesin bir biçimde ayrı olmasıdır. İkincisi ise farklı dinler ve inanışlardan olan kişilerin kanun önünde eşit olarak değerlendirilmeleridir. Laisizm veya laiklik dediğimiz kavram ise Fransız tipi sekülerizmdir.

Seküler ve laik devlet nizamı tesis edildikten sonra acaba din ve siyaset ilişkisi sona erdi mi? Bana göre hayır, zira hala din kisvesi altında siyasi gücünü artırmak isteyenler oldukça da kolay, kolay sona ermez. Seküler Avrupa’nın tam göbeğinde Vatikan din Devleti, Ortadoğu’nun hemen her yerinde, İsrail gibi, İran gibi, Suudi Arabistan gibi şeriat devletleri ve çoğu emperyalist güçlerin destekleyip palazlandırdığı İslam’la, dinle hiç alakası olmayan sözde cihatçı, İslamcı terör örgütleri olduğu sürece de ne din siyaset ilişkisi biter ne de din savaşları.

Seküler olduğunu iddia eden Avrupa bile kararlarını ve eylemlerini dini tercihlerine göre belirlemektedir. Her ne kadar ülkemizde son 22 senenin büyük bir bölümünde ekonomik, sosyal, siyasal ve hatta dış politikaya dönük kararlarda dini referanslardan etkilenen politikalar uygulanıyor olsa da bu AB’nin Türkiye’yi yıllardır oyalıyor olmasının mazereti olamaz. Daha yakın zamana kadar Sovyet bloğunun parçası olanlar bir çırpıda AB’ne alınırken Türkiye’nin ve Balkanlarda Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerin alınmamış olması bana göre tamamen dinsel motiflerden kaynaklanmaktadır.

Aslına bakacak olursak, siyasette, diplomaside, sosyal hayatta devlet uygulamalarının, savaşlarının hangi din olursa olsun hiçbir kutsal kitapla alakasının olmadığı ayan, beyan ortadadır. Hangi din kafa kesip adam öldürmeyi caiz sayar?  Ya da sivil, asker, kadın, yaşlı, çocuk ayırt etmeden Gazze’de olduğu gibi toplu katliamları. Hiçbiri… Gelin görün ki dünyanın en karışık bölgesi Şeriat Devleti İsrail ile birçok İslam Devleti ve İslami Cihatçı terör örgütlerinin bulunduğu Ortadoğu’dur ve her gün yüzlerce insan katledilmektedir.

Hukuk, adalet, insan hakları, iyi ahlak, iyi insan olmak, kul hakkı yememek, çalmamak, Allah’ın verdiği canı almamak, başkalarına zarar vermemek her dinde aynıdır. Gelin görün ki laik devletlerin de şeriat devletlerin birçoğu bu ölçülere hiç uymazlar. Çoğu da Makyavellinin söylediği gibi hedefe varmak için her yolu mubah sayarlar ve iktidara gelmek için din istismarından, halklarının dini duygularını sömürmekten medet umarlar.

Diğer ülkeleri bir tarafa bırakalım kendi ülkemize odaklanalım. 22 yıldır iktidarda İslamcı olduklarını söyleyenler vardır. Hatta daha da ileri gidip İslami Kürt devleti kurmayı amaçlayan, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okan suikastına karışan, domuz bağı cinayetleri ile anılan Hizbullah terör örgütünün siyasal kanadı olduğu iddia edilen bir parti de iktidara ortak olmuştur. Ekonomiden sosyal hayata birçok alanda örtülü de olsa dini referanslar anayasa ve yasaların önüne geçmiştir. Hal böyleyken, İslam’a aykırı birçok konuda artışlar vardır. Suç oranları, kadın cinayetleri, sağlık çalışanlarına karşı şiddet, zina, gayrı ahlaki yaşam biçimleri bu süre zarfında artmış, yasaklı madde kullanımı ortaokullara kadar inmiştir. Gençler hızla ateizm ve deizme yönelmektedir. Büyüklere saygı kalmamıştır, ortaokul talebeleri bile pervasızca okul bahçesinde sigara içmektedir. Tramvay, otobüs ve metrolarda bazı gençler hem de yaşlılara, hamile ve çocuklulara tahsis edildiği işaretlerle gösterilmiş yerlere oturmakta uyarıldıkları halde ters cevaplar vermektedirler. Ne yazık ki bunların içinde dini inançları gereği örtündüklerini söyleyen gençler de vardır. Nerede kaldı İslam ahlak ve fazileti? Öyleyse bizim anladığımız Müslümanlık, dindarlık ölçüleriyle onlarınki aynı değil.

Dindarlığın ölçüsünün üç boyutu vardır. İnanç boyutu ben Müslümanım diyen herkeste zaten var olması gereken ön şarttır. İbadet boyutu, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek gibi. Ancak asıl önemli olan ise ahlak boyutudur. Ahlâk boyutunda doğru konuşup yalan söylememe, dedikodu yapmama, iftira atmama, eksik ölçüp tartmama, adil olma, ana babaya güzel davranma, güzel söz söyleme, hak yememe, haksızlık yapmama, haksızlık yapanlara destek olmama, İyiliği önerip kötülüğü yasaklama, iffetli olma, kaba hareket etmeme, kibirli olmama, mütevazı olma, cimri olmama, cömert olma, şükretme gibi davranışlar bulunmaktadır. Bunların yanında toplumsal ilişkiler çerçevesinde yapılması yasaklanan davranışların da ahlâk boyutu içerisinde yer almasının daha uygun olacağını söyleyebiliriz. Bunlarla ilgili sayısız ayet vardır. Esasen bunlar sadece Müslümanlığın gereği, dindarlığın ölçüsü değil, seküler sistemlerde de genel ahlak kurallarının gereğidir.

Müslüman olup Yusuf İslam adını alan ünlü şarkıcı Cat Stevens bir mülakatında, İslamı ve Kuran-ı Kerimi öğrenmeden önce Müslüman olduklarını söyleyenleri tanısaydım, Müslümanlığı seçmezdim demiş.

Demem odur ki; bir kimsenin dindarlığı oruç tutup, 5 vakit namaz kılmasıyla ölçülemez. Eğer ahlaki boyut eksikse o kişinin hakiki bir Müslüman olduğunu kabullenemeyiz. Zira bağışlayan Allah sadece kul hakkı yiyenin affının olmayacağını bildirmiştir.

Demokrasi kurumlar ve kurallar rejimidir. Kimilerinin söylediği gibi İslam’la da asla çelişmez. Bu yüzdendir ki demokrasi düşmanları hep darbeleri ve din istismarı yolunu seçmişlerdir. 12 Mart darbesini yapanlar hedeflerine iktidardaki Adalet Partisini koymuşlardı. AP’yi zaafa uğratma için bölmeye uğraştılar. O günlerde Cumhuriyet ve demokrasinin değerlerine bağlı kendilerini dindar Cumhuriyetçi olarak tanımlayan bir gurubun sözcülerinden Zübeyir Gündüzalp’e Erbakan gibi bir dindar varken neden Demirel’i destekliyorsunuz diye sorarlar. Cevap tam da gerçek dindarlarda en fazla olması gereken ahlak boyutundaki değerleri anlatmaktadır: “Kimin ne kadar dindar olduğunu biz bilemeyiz esasen Müslümanlara da Halife seçmiyoruz, devleti yönetecek insanları seçiyoruz. Onlardan beklentimiz hak ve hukuktan yana olmaları ve adaletle hükmetmeleri, liyakat ve ehliyeti gözetmeleri, halkın refah ve saadetini sağlayacak kalkınma hamlelerini yapmaları, başta din ve vicdan hürriyeti, söz hürriyeti olmak üzere temel insan hakları ve özgürlükleri korumaları ve demokrasiye sahip çıkmalarıdır” mealinde olmuştur.

Elbette ki Gündüzalp’in bu cevabı merkez sağ siyaset anlayışının önemli ilkelerinin bir kısmının da altını çiziyor. Ne yazık ki darbeci zihniyettekiler, din istismarcıları ve onların iç ve dış işbirlikçileri, Türkiye’nin birleştirici gücü, kalkınmanın ve refahın öncüsü merkez sağ siyasetini el birliği ile zayıflatmayı başardılar. Ancak inanç ve azim zümrüt-ü Anka kuşu gibi o gücü küllerinden yeniden canlandıracaktır. Yeni milat 31 Mart seçimleridir. Merkez sağ aday gösterdiği yerlerin bir kısmında ipi göğüsleyecektir. Aday göstermediği veya tavşan aday çıkardığı yerlerde ise kibirli olmayan, halkı itip kakmayan, keyfi davranmayan, adaletle iş göreceğine inandığımız, demokrasiye inanmış adaylara destek olacaktır. Esasen sahada da bunu halkımız gösteriyor. Unutmayınız ki haksızlıklara göz yumanlar da en az haksızlık yapanlar kadar günah işlemiş olurlar. Öyleyse tek silahımız oy pusulamızda bunu iyi değerlendirmeliyiz.

Tam bir Ramazan yazısı oldu ama Türkiye’nin gerçekleri de bunu gerektiriyordu. Din kisvesi altında halkı aldatanla rızamız yoktur. Kalın sağlıcakla…