Hiç ağlama Özgecan öldü diye…

Öyle meydanlara çıkıp kınama da…

Erkeklik yapma hiç öyle!

Ya da "Kadınım ben, benim de yaşam hakkım var" ezikliğine iliştirdiğin sadece kendine ait korkularını bağırma yüzüme yüzüme.

Özgecan'ı daha çok incitme!

Yerin dibine gir ve başın önünde otur sadece. Bu ayıp yetsin artık hepimize.

***
Hani çok sevdiğin biri vardır ama ne yapsan yürümez ilişki; bitirirsin…

Hani çok sevdiğin bir yemek vardır, yiyesin de vardır ama bozulmuştur; atarsın…

Hani en sevdiğin bluz, kıyamadığın ayakkabın vardır ama giyilemeyecek kadar eskimiştir; giymezsin…

Hani en çok güldüğün, güvendiğin biri vardır ama kandırılmışsındır; bir daha görmezsin…

Bir de yaşamak için takla attığımız şu dünya var ya, insan olarak gönderilip de bir türlü insan olamadığımız; o halde toplanın gidiyoruz…

Geriye bir tek kişi bırakmadan yakmalıyız kendimizi; biz beceremedik çünkü insan gibi yaşayabilmeyi.

***
Bugün hepimiz Özgecanız… Dün 6 yaşındaki Gizemdik… Ondan önce sırtındaki bıçakla canı alınan Şefika Etik idik… Daha kimler kimler olduk… Ve bir gün kendimiz olacağımız güne kadar sürüp gidecek bu serüven korkarım.

***
Mesai saatleri dahilinde kravatını boynunda taşıyan erkek; akşam evine gidince koca göbekli, çizgili pijamalı, lugatı bozuk bir ayıya dönüşürken, tayyörü, topuklu ayakkabısı ve cilalı tırnaklarıyla salım salım salınan narin kadın; saçları yoluk, üstü başı perperişan, korkak ve güvensiz bir zavallı oluyor.

Herkesçe bilinen bu gerçeklik korunması gereken en büyük sır gibi dururken aramızda; düşünüp dürüyoruz harıl harıl, kadına şiddetin son bulması için caydırıcı bir yol arıyoruz…

Laf olsun diye yüzbinlerce formül buluyor ama bir tekini uygulamaya koymuyoruz…
Sonra ölüverince bir köşe başında kıymete biniyoruz…

Bir de şaşırıyoruz, olan bitene… En komik, en rezil halimiz de bu oluyor bence.

***
Şimdi Özgecan öldü ya, Özgecan'ın etinin, ruhunun çektiği eziyeti aslında çok iyi biliyor, çok iyi anlayabiliyoruz…

Bunca bağırmamız, çağırmamız sırf bu yüzden.

Her gün defalarca kez yaşadığımız şeyleri, Özgecan'ın birden bire, aynı anda yaşamış olması ağır geliyor sadece.

Tecavüz, razı gelmediğin bir sömürü ise söyleseniz ya, her gün kaç kez tecavüze uğruyorsunuz?
Boğazınızın kesilmesi, acı çekerek nefes alamamak ise söyleseniz ya, her gün kaç kez boğazınızı ilmek ilmek ettiler?
Ve zaten ruhen, madden her gün ateşe düşüyor, her gün yanıyoruz, yandığımızı bilmeden.
***
Celladımızın kimi olduğunu bildiğimiz bir mezbahanın orta yerindeyiz şimdi.
Ve acımıza karşılık gelecek, içimizdeki ateşi söndürecek bir bedel istiyoruz.

"İdam geri gelsin!" istiyoruz…

Yetmez ama evet… Böyle bir sona reva görülmüş Özgecan'ın ruhunun rahat edip etmeyeceğini hiç bilemeyeceğiz ama geride kalanların her gün her gün çektiği acıları dindireceği kesin…

Belki Ortaçağ karanlığına geri dönüp farelere yedirtebiliriz o çok sevdikleri, güvendikleri yerlerini…

Hatta kısasa kısas deyip karşısına mini eteklerimizle oturup şuh kahkahalar atarız ve farelerin yediği yerin yokluğundan dolayı hiçbir şey yapamayışlarına daha çok güleriz.

Hiç ayıplamayın! Böylesi bir caniliğe yakışacak bir işkence olacaktır şüphesiz.

***
Ama bir şey söyleyeyim size, Özgecan yok artık… Öldü… Geriye fotoğraflardaki gülen gözlerini bırakarak, her gördüğümüzde bize kahredecek bir kedere terk ederek, gitti aramızdan. Etini, ruhunu kanatarak, sökülüp alındı aramızdan…

Ve bir daha asla geri gelemeyecek