Şu sıralar etrafıma bakınca herkesin gözlerinde aynı yorgunluğu görüyorum.

Sanki hepimiz biraz eksik, biraz kırgın, biraz da umutsuzuz. Oysa insanı ayakta tutan şey sadece ekmek, su değil… Umuttur.

Hani şu kimsenin tarif edemediği ama hepimizin bir şekilde hissettiği şey.

Kimi zaman bir çocuğun kahkahasında, kimi zaman yaşlı birinin gözlerinde gizlidir. Bazen bir dostun omzuna dokunuşudur, bazen de kendine sessizce “devam” deme cesaretidir.

Hayat kolay değil. Bunu kabul edelim. Herkesin kendine ait derdi var, görünmeyen yükleri var. Ama işin garibi şu: Ne kadar zorlu olursa olsun, bir yerlerde bir şey bizi hayata bağlıyor. İşte o bağın adı umut.

Ne büyük hayaller kurmak gerek bunun için, ne büyük sözler söylemek… Bazen sadece sabah kalkıp pencereyi açmak, kahveni yudumlarken “bugün biraz daha iyiyim galiba” diyebilmek bile yeterli.

Ben umudu hep insanlarda gördüm. Sabahın köründe servis bekleyen işçide, çocuğuna harçlık yetiştirmeye çalışan annede, yılmadan ders çalışan bir öğrencide…

Yani, hayata inat devam eden herkesin içinde. Umut, vazgeçmemektir çünkü. Bitmemiş cümleler gibidir, içi dolacak bir gün diye beklenir.

Ama umut sadece bireysel bir şey değil. Birlikte büyür, birlikte güçlenir. Birinin “yanındayım” demesiyle, bir başkasının “seni anlıyorum” bakışıyla çoğalır.

Hepimiz birbirimizin umudunu taşıyoruz biraz.

Bu yüzden kırmadan, dökmeden, incitmeden yürümek lazım bu yolda. Çünkü belki de sizin bir sözcüğünüz, bir başkasının yeniden ayağa kalkma sebebi olacak.

Bakmayın siz bu kadar karanlık olduğuna dünyanın…

En uzun gecelerin bile sabahı var. Belki her şey bir anda düzelmeyecek ama bir yerden başlamak gerek. Küçük bir tebessümle, bir selamla, bir iyilikle… Çünkü umut, çoğu zaman küçücük şeylerin içinde saklıdır.

O yüzden gelin, birbirimize iyi gelelim. Zor zamanlarda bile kalbimizi koruyalım. Umudu diri tutmak, insan kalabilmenin en güzel yoludur çünkü.