10 Kasım’da ebediyete uğurlanışının 84’üncü yıldönümü vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk’ü, minnetle anacağız.

Bununla ilgili onlarca sayfa his ortaya dökebilirim ancak en basitinden ele almak istiyorum ülkenin durumunu.

2022 yılının son aylarını yaşadığımız bu günlerde el birliğiyle 100. yaşına getirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün istediği belki hayalini kurduğu noktaya getiremedik ancak bu, o hedeflere erişemeyeceğimiz anlamına gelmiyor.

Sadece teknoloji, ekonomi, askeri olarak gelişmekten geçmiyordu tabi bu hedefler.

Aslında bizim hedefimizi koyduğumuz bir nokta da yok. Bu durgunluk ifade eder. Asla durmayan bir değişim ve dönüşüm geçirmek, asla geri kalmamak zorundayız.

Çünkü dünya çok hızlı dönüyor.

İnsanların ne giydiğine takıldığımız, kiminle nasıl birlikte olduğuna karıştığımız kadar bilime eğiliyor olsaydık belki de toplum olarak çok farklı bir noktada olurduk.

Ahlakı belli kalıplar altına sıkıştırmasaydık, zorunda olmak yerine konuşup tartıştığımız hatalı taraflarını yok ettiğimiz bir etik anlayışını benimseyebilseydik gerçekten de farklı bir noktada olur ve o noktayı yine ileri taşıyabilirdik.

İran’a, dogmatik birtakım inanç biçimleri nedeniyle insan olmanın getirdiği eşitlikten bihaber sözde din adamlarının dudakları arasından çıkacak sözcükler ile hayatlarını idame ettirmeye çalışan kadınlara bakın...

Bir Atatürk’ümüz olmasaydı farklı mı olurduk?

Düşünsenize şimdi bile nelerle, kimlerle boğuşuyoruz.

10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü’nde bile yasımızı içimize gömüp, onun arkada bıraktıklarını nasıl ileri taşırız diye oturup kafa patlatmamız gerekiyor.

Uzun lafın kısası bırakın kimin göbeği açık kıyafet giydiğini de önünüze bakın.

Birilerinin etek boyu ile uğraşacağınıza önünüze bakın.

Kim, nerede başörtü giyebilir diye tartışacağınıza önünüze bakın.

İşinize bakın da o göbeği açıklar, başörtülüler sizden yakasını kurtarıp ülkeye faydalı olma vakti kazansın.