Sonbahar yüzünü gösterdi. Başkentte çoktan yapraklar sararmış, yavaş yavaş dökmeye başlamıştır. Ege’de ise kısmen kendini hissettirse de hala yaz devam ediyor. Güneşe hasret kuzey ülkeleri insanları gibi, hala denizin kenarından ayrılmayanlar hiç de azımsanmayacak kadar. Yollar koşan, yürüyen, spor yapan, bisiklete binen insanlarla dolu. Ağaçlar yeşil, kırlar çiçekli, narlar kızardı, zeytinler olgunlaştı, üzümler kurutuldu depolara girdi ama pamuk çoğu yerde tarlada, yer, yer toplanmaya başlanmışsa da, bunun ikinci eli, afarası var. Olgunlaşan zeytinler yere düşmeye başladı ama kontinülerin çoğu iş başı yapmadı. Pazarlarda hala yaz sebzeleri, domatesi, biberi patlıcanı bol bol bulunuyor ama yavaş yavaş kış sebzeleri de yer almaya başladı. Biz hala tarla domatesi yiyoruz ama çoktan büyük şehirlere sera girdi bile.

            Kısacası sonbahar geldi, hoş geldi sefa geldi… Mevsimler birbirine girse de, yaz da güz de geç gelmiş olsa da, güzel ülkemin her bir ayrı tarafında 4 mevsim birden hala yaşanıyor. Yollarda gidip gelirken gözlerimiz ister istemez tarlalara, bağlara, bahçelere takılıyor. Eskiden Menemen’den, Söke’den, Saruhanlı’dan gelip geçerken her tarafımız karlarla kaplanmış gibi pamuk tarlalarıyla dolu olurdu. Şimdi bakıyorum da tarlaların çoğunda pamuğun yerini ayçiçeği ve slajlık mısır almış. Rekolte tahminlerine bakacak olursak benim bıraktığım döneme göre neredeyse Ege’de pamuk üretimi dörtte bire inmiş, çırçır fabrikalarının birçoğu kapanmış, çiftçinin yüzü gülmüyor. Devlet Türk çiftçisinden esirgediği desteği, A.B.D, Brezilya, Yunanistan çiftçisine veriyor adeta. Pamuk ithalatı almış başını gitmiş. Mağazalara bakıyorsunuz, seri sonu pijama, gecelik, eşofman bin TL’den aşağı değil. Semt pazarlarında bile çakma eşofman takımları 6-7 yüz liradan başlıyor. Tabi ihracatın lokomotifi tekstil ve konfeksiyon sektörü de artık birinci değil. Halbuki pamuğa hak ettiği değeri verdiğimizde hem çiftçi, hem tekstilci, ihracatçı, tüketici, döviz girdisini artıran devlet de memnundu. Şimdi hiçbiri memnun değil.

            Yazın nasıl geçip gittiğini anlamadık, bu arada yazılarımız da aksadı. Doğrusu çalışırken senede 15-20 gün tatil yapardık ama dolu, dolu geçerdi. Şimdi altı aydır buralardayız net 15 gün tatil yaptın mı derseniz hak getire. Peki ne yaptık öyleyse? Ankara’dayken yapamadıklarımızı yaptık. Senelerdir katılamadığım, artık gelenekselleşmiş aile toplantılarına katıldık, İzmir Koleji (BAL) dönem toplantılarına, geleneksel Ayran Gününe katıldık, yıllardır görüşemediğimiz dostlarımızla kucaklaştık, dost ziyaretleri yaptık, hemen her hafta Manisa’ya gelmeyi ihmal etmedik, Demirci’de şirket toplantıları, dost buluşmalarını gerçekleştirdik, bağ, bahçe ziyaretleri bile yaptık. Seferihisar, Sığacık ve Selçuk Pamucak’ta okul toplantılarında 50 küsur yıllık dostlarla kucaklaştık. Üç güzel insan ve birçok dostu toprağa verdik, cenazelerine, taziyelerine katıldık. Komşular, akrabalar, çocukluk arkadaşlarıyla kucaklaştık. Yıllardır görüşemediklerimizle görüştük. Tüm bunları tabi ki Ankara’dayken yapamazdık

            Asıl önemlisi 3 gün boyunca Celal Bayar üniversitesinin Manisa Sempozyumuna katıldık. Düzenleyenlere, emek veren ve bildiri sunanlara teşekkür ederim. Dört ayrı salonda paralel yapılan oturumların bir salonu tümüyle Üniversitemize adını veren Celal Bayar’ın İttihat Terakki günlerinden ölümüne kadar yaşadığı tüm olayları ele alan oturumlara ayrılmıştı. Dikkatle izledim, eksik bilgilerimi tamamladım, eksik ve hatalı gördüğüm hususlarda söz alarak katkı verdim. Biraz daha vakitli haberdar olsaydım belki bir tebliğ sunma imkanım da olurdu. Bizleri kırmayarak sempozyumu onurlandıran dava ve kader arkadaşımız, Yassıada ve Kayseri’de babamın kader arkadaşı Kütahya milletvekili merhum Ahmet İhsan Gürsoy ve AP İstanbul milletvekili Nilüfer Gürsoy’un kızları, III. Cumhurbaşkanımız merhum Celal Bayar’ın torunu Emine Gürsoy Naskali hanımefendiye de özellikle teşekkür ederim.

            Beni sevindiren asıl güzel hadise ise yeni doktorasını, doçentliğini almış hatta hala doktora öğrencisi olan genç delikanlılarımızın, hanım kızlarımızın Celal Bayar’a, Demokrat Parti dönemine, yakın siyasi tarihimize ilgi duyarak emek sarf edip tebliğler hazırlamalarıdır. Belki ufak tefek hatalar olsa da harcadıkları gayret ve emeğe karşılık bunlar hoş görülebilir. Zaman içerisinde o eksikler de zaten giderilir. Esasen, arkadaşımız hemşerimiz Prof. Nurettin Gülmezin gözetimindeki gençlerde hatalar neredeyse sıfıra yakındı. Kendisine de ayrıca takdirlerimi sunarım. Zaman zaman bu tebliğler üzerinde yorumlarım da olacak.

            Geçtiğimiz haftadan itibaren de oda borsa seçimleri başladı. Birçok dostumuz meclis üyeliği için yarışıyor. Turgutlu’da Faruk Aydın dostumuz güven tazeledi. Ben de yarın kuruluş kararnamesinde Gazi Mustafa Kemal’in imzası olan dedelerimin yadigarı şirket adına oyumu kullanmak üzere Demirci’ye gidiyorum. Hak eden kazansın, nüfuz kullanmak için değil memleketinin ekonomisine, ticaretine katkı sağlayabilecek olanlar ipi göğüslesin. Kimse, kendine arka bahçe aramasın, ister milletvekili, ister belediye başkanı ya da parti başkanı kimse kendine kapı kulu aramasın. Oda borsa camiaları öyle camialardır ki siyaseti sokmak isteyenler tepetaklak gidiverir. Rahmetli Bülent Koşmaz dostumuz bunu deve dişi gibi siyasetçilere göstermemiş miydi?

            Umarım bu kadar hareketli günlerde yazılarımı aksatmış olmamı çok kıymetli okuyucularımız da hoş görürler. Uzun bir aradan sonra sizlere tekrar merhaba derken bir dahaki buluşmamıza kadar sağlıkla kalmanızı dilerim.