Haziran… Takvimin en neşeli yaprağı. Sene boyunca özlenen, hayali kurulan, “biraz daha sabır” denilen günlerin başı.
Yaz mevsiminin eşiğindeyiz artık. Okullar kapanıyor, şehirler ısınıyor, balkonlarda domates kokusu dolaşıyor. Kaldırımlarda daha çok çocuk sesi, sahil yollarında akşam yürüyüşleri, market poşetlerinde dondurmalar… Yaz kendini usulca hatırlatıyor.
Yaz sadece sıcak değil; bir hafıza biçimi sanki. İnsan, en kalıcı anılarını hep yazdan saklıyor gibi. Çünkü yaz, zamanın biraz yavaşladığı, telaşın azaldığı, yüzlerin daha çok güldüğü mevsimdir. Sabahları erken uyanırsın ama kızmazsın; çünkü güneşle beraber uyanmak, bir davetiye gibidir hayata. Deniz kenarında geçirilen günler, gölgede okunan kitaplar, gece saatlerinde yapılan çay sohbetleri… Her biri ayrı birer hatıra arşivi.
Bu yaz nasıl geçecek, bilinmez. Belki yine aşırı sıcaklar bizi bunaltacak, belki kalabalıklar nefes aldırmayacak. Ama yazın tek bir güzelliği var: İnsan, bu mevsimde kendine daha çok yaklaşır. Tatil yapamasan da bir çiçeği sularken, bir rüzgârı hissederken, eski bir şarkıyı dinlerken bile yazı yaşarsın. Yaz, dışarıda değil; içimizdedir aslında.
Haziran’a iyi bakmalı. Çünkü yılın geri kalanı biraz onunla şekillenir. Ne kadar hafif, ne kadar umutla başlarsak bu mevsime, sonrası da o kadar güzel akar.
Şimdi durup biraz gökyüzüne bakmalı. Belki uzun zamandır unuttuğumuz o yaz duygusunu, tam da orada — bulutların arasındaki o ışıkta — buluruz.