Yok, yok! Sakın tüm Türk milletine Ege şivesini sevdiren, nostaljik öyküleriyle izleyicilere keyifli anlar yaşatan, Ula’lı oyuncu ve yönetmen merhum Yüksel Aksu’dan ve unutulmaz filmi Dondurmam Gaymak’tan söz edeceğim sanılmasın. Ne ondan, ne de tam bir Ege klasiği sayılabilecek “İftarlık Gazoz” komedisinden söz edeceğim. Malum yazın en sıcak günlerini yaşıyoruz, televizyonlarda da dondurma reklamları dönüp duruyor. Gördükçe de insanın aklına Dondurmam Gaymak filmi geliyor. Bir de çocukluğumuzun katkısız, hilesiz, hakiki dondurmalarını satan sokak dondurmacıları geliyor.

                Bizim kuşağın Manisalıları hatırlayacaklardır, belki birkaç yaş küçüklerimiz ya da büyüklerimiz de çok iyi hatırlarlar. Kavurucu sıcağa rağmen, arabasıyla sokak, sokak dolaşan dondurmacılarımız vardı. Sesi duyuldu mu mahallenin bütün çocukları başına toplanır, evlerden tabaklar, kaseler yollanır kaşık, kaşık dondurmalar konulur, afiyetle yenirdi. Biri vardı ki sokağa girdi mi, manileriyle çınlatırdı sokağı:

                “Hele bak, hele bak, dondurmaya bak!

                Ne güzel de yeniyor, on kuruşa bir tabak.”

                Şimdilerde dönen reklamlar onun bu manisinin yanında halt etmiş. Aslında ürünün kendisi, kendisini sattıracak kadar lezzetliydi. Belki çok çeşit yoktu ama harika lezzeti vardı. Sadesi, süt kokardı, sakız gibi uzar, boyası, katkısı, koruyucusu olmazdı. Hakiki salep süt ve kaymak olurdu içinde. Kakaolusunun rengi açık olurdu, ama belli ki boya olmazdı içinde, az da olsa çikolata tadı alırdık. Şimdilerde albenili, caf caflı görüntüler içinde dondurulmuş krema, boya ve bol kimyasallı, yapay meyve aromalı, katkılı ürünler tüketiyoruz. Hemen erimesinden belli zaten.

                Bir de dutçu amcamız vardı. Mevsiminde “aşiii dut!” diye bağırır, sepet, sepet dut satar, karadut çıkınca karadut, yemiş mevsimi gelince kara kara incirler, bardacıklar satardı. Hele karadut ile dondurmacı aynı zamana denk gelirse keyfimize diyecek yoktu. Ekşi karadutun üstüne mis gibi kaymaklı dondurmayı boca eder nefis bir tatlı elde ederdik.  

                Bir dondurma reklamından nerelere geldik. Biraz nostalji yapmaya, 50 küsur yıl öncesine dönüp çocukluk anılarını yad etmeye ihtiyacımız varmış. Makinalaşma, teknolojik gelişme, kitle üretimi ekonomik açıdan güzel şeyler ama elde üretilen hilesiz, katkısız ürünlerin kıymetini de sonradan anlıyoruz. Sadece gıdada değil, anaların göz nurunu döktüğü çeyiz eşyasının, genç kızlarımızın duygularını yansıttıkları el halılarımızın kıymeti hiç makinada üretilen belki de onda bir fiyatına aldığımız ürünlerle bir olur mu?

                Bugün siyaset konuşmak yerine biraz nostalji yapmayı düşünmüştüm ama gerçek gündemden de kopmak pek mümkün olmuyor. Sen istemesen de gazetede bir haber, bir dost telefonundaki yakınmalar, arabada çalan radyoda söylenenler çekiyor seni gündeme.

                Bugün yazımı yazmak için bilgisayarın başına geçmiştim ki; günün ilk basın bülteni düştü posta kutuma. Haberde, A.B.D dolarının güne yükselişle başladığı ve 4,93 TL de dengelendiği yazıyordu. Siyasetçi olarak değil ekonomist olarak söylüyorum; eğer ciddi tedbirler alınmazsa ve vadesi gelmiş 122 milyar dolarlık dış borcu ödeyebilecek yeni kaynak bulunamazsa yılsonu dolar 7 buçuk TL’yi bulur. Sorunu çözmek yerine, gittiği yere kadar deyip dondurmayı tercih edersek halimiz perişan. Dondurmam gaymak…

                CHP’de kurultay için toplanan imzalar yılan hikayesine döndü. Muhalifler imzalar tamam, Perşembe günü vereceğiz deseler de, genel merkez 70 imzanın geri çekildiğini ölenleri araştıracaklarını söylüyor. Anlaşılan o ki; bu iş karakolda bitecek. Ben olsam hiç bu yolun açılmasına müsaade etmez, seçimin hemen ertesi günü kurultay kararı alır, kurultaydan güçlenerek çıkardım. Sorunu büyütmek ve dondurmak kime yarar sağlayacak acaba? Dondurmam gaymak…

                Geçen hafta yazdığım gibi İYİ Partide Sayın Akşener tek aday olarak kongreye gidecek görünüyor. Acaba gerçekten Meral hanımın restine karşılık talepleri kabul edildi mi? Yoksa Koray Aydın ekibi meseleyi dondurarak zaman mı kazanmaya çalışıyor? 12 Ağustosta göreceğiz. Dondurmam gaymak…

                Protest şarkıcı Bob Dylan’ın Türkiye versiyonu Bülent Ortaçgil ve MFÖ’nün Mazhar’ı kutuplaşmanın tehlikesine parmak basarak 15 Temmuz darbe teşebbüsünü de telin eden sözler söylemişler. Malum çevrelerden hemen veryansın, “siz de mi satıldınız?” saçmalamaları. Ne yani darbenin iyisi kötüsü mü olur? Ya da kutuplaşmanın, kavganın kime yararı var? Anlaşılan o ki bazıları hala eski berberden tıraş oluyorlar, kutuplaşmayı kavgayı söndürmek yerine dondurmayı ve nemalanmayı seviyorlar. Dondurmam gaymak…

                Bob Dylan’dan söz edince Joan Baez’den söz etmeden geçemeyeceğim. Kuşkusuz Baez dünyanın gelmiş, geçmiş bir numaralı protest şarkıcısı. Konserleriyle, eylemleriyle dünyada kanayan birçok yaraya merhem oldu. Geçtiğimiz günlerde yolu İstanbul’dan geçti. İstanbul akşamları malum… Rakı, balık, fasıl, oryantal muhabbeti olunca Joan Baez de kendini tutamamış fırlamış piste. Onunla da kalmamış masanın üstüne çıkarak değme dansözlere taş çıkarırcasına göbek atmış. Gene malum çevreler kınamışlar, videolarını paylaşıyorlar. Baez’e yakışır mıymış? Böylesine protest kimliği olan biri burjuva eğlencesinde göbek atar mıymış? Yahu sizin kafalarınız dondurulmuş. O da insan, onun da eğlenmeye hakkı var, onun da içgüdüleri, duyguları var, onun da kanı kaynıyor. Ne yapsaydı yani? Protest kimliği yüzünden somurtup otursa mıydı? Yaptıkları ortada, korkusuzca nice devlet adamlarını dize getirmiş hem de kavgasız, gürültüsüz, silahsız, kansız. Sadece şarkılarıyla. Siz onu eleştireceğinize dondurulmuş kafalarınızı çözdürün artık. Dondurmam gaymak…

                Bu sıcak yaz gününde biraz dondurma muhabbeti yapalım dedik. Belki biraz serinler, ferahlarız diye düşündüm. Diyetiniz elveriyorsa dondurmanızı yiyin ama sorunları dondurmayın, kafaları hiç mi hiç dondurmayın. Sağlıkla kalın…