Mesir, bu alana atılmazdı veya ben hatırlamıyorum. Cadde tarafı şimdiki kavşağın orta çiçekli alanı Merkez Efendi heykeli yokken ki haliyle geniş bir meydanlıktı. Bu meydanla cadde karışımına ve Karaköy ile İbrahim Gökçen caddelerinin uzantısına doğru: Caminin küçük kubbelerinin arasından, sibyan mektebi ve hamamın çatısından, yol kenarında kaldırımların üzerindeki Dut ağaçlarının üstünden Mesir Macunu saçılırdı. Sonraki yıllar, uyanık insanlar tarafından Dut ağaçlarına tırmanılıp mesir çuvalları sakata gelince ağaçtan saçılmaktan vazgeçildi.


 

Bu Dut ağaçları Manisa’nın milli ağacıydı sanki. Zannedersiniz İpek kozacılığı var memlekette. Yıllarca yanlış budamalardan dolayı orasından burasından yumrular çıkar hastalıklı büyürlerdi. Bazı trafiğin az olduğu caddelerde, çobanlar yollarını kaybetmiş gibi yapar koyun keçi sürülerini, hatta evinde kurban bayramına yakın kurbanlık koyunlarını besleyen bazı kişiler, bu ağaçların altına kurbanlıklarını getirir, ağacın yapraklarını sopalarlar, dökülen yapraklar ile koyunlarını beslerlerdi.


 

Sultan Camisi’nin parkının bir kısmı dutluktu. Eni konu asker nizamı ile dikilmişlerdi. Hamam, cami, darüşşifa arası tozlu topraklı, birçok mahalle maçlarının oynandığı, kağıttan yumak yapılmış iple bağlı toplarını kapanın buraya gelip tekmelediği, bayramlarda lunaparkın kurulduğu; çadır tiyatrosu, eksozsuz cayırtılı sesleriyle motosikletlerin, demir profillerle sarılmış ahşaptan çok geniş bir silindirin içinde hızla dönen motosiklet üstüvanesi, uçan salıncağın döndükçe açılan oturaklarının nerdeyse hamamın kubbesine değecek şekilde açılıp döndüğü, çoluk çocuğun, gençlerden oluşan kalabalığın cambaza bak edasıyla oradan oraya dolaştığı bir meydancıktı.


 

Bu meydancığın: Turşu kovalarını bir kenara bırakıp, topa vurmaktan hevesini aldığı, bazen turşuları unutup kendini maça kaptırdığı zamanlarda fileleri havalandırdıktan (ne filesi o zamanlar file ile pazara çıkılırdı) sonra turşu kovalarına döndüğü bir yıldızı vardı. Kıvır kıvır saçları, esmer teniyle çocuk Arap Muzaffer.


 

Arap Muzaffer, topraklı meydancıktan, Donatım’dan sonra yeşil sahaya ulaştığı Manisaspor’da, top koşturmaya başladı. Çok geçmeden, bir kalesi Dolmabahçe tarafında diğeri Gazhane tarafında olan Dolmabahçe Stadında Beşiktaş’ta oynarken gördük.


 

Maça pek merağım yoktur. Ama bu stadda, o zamanlar uzun paslı oyun anlayışının öncü takımlarından olan bu oyun tarzını çok iyi uygulayan güzel futboluyla 1968-1970 yıllarında Türkiye ve Cumhurbaşkanlığını kupalarını kazanan Göztepe maçlarına, bir de Manisa’lı olmaktan gurur duyduğumuz, çalımları, isabetli pasları ve bilhassa korner noktasından kullandığı topları ile Arap Muzaffer’in oyununu görmeğe giderdim.


 

Beşiktaş maçlarında iki devrede de bahsi geçen kalelerin ağlarını rakip takımın futbolcularını fuleli adımlarla, nefis çalımlarla geçerek havalandırdığında, Manisa’lı arkadaşlarım ile biz de Üniversite talebesiydik. Golü attığında tribünlerden ilk ayağa fırlatan, gözyaşlarımızı tutamadığımız, gurur duyduğumuz, hemşehrimiz Arap Muzaffer’di.


 

Mekanı Cennet Olsun. iyi temiz saf bir kalbi vardı.

Allah Rahmet Eylesin.