Geçen gün deyip geçmeyin, herşey geçen günde olup bitiyor. Hatta bitiyor da sonradan haberimiz oluyor. Çoğumuz lafa başlarken geçenlerde dediğimizde arkası çorap söküğü gibi gelir muhabbetin.

Bazılarında hayretler içerisinde kalırken, bazılarına “Tüh tüh” diyerek hayıflanırken, bazılarında “Duymadık, Allah rahmet eylesin” üzüntüleri, duysa sanki geri getirecek. (Arayıp, sorup, görüşüp, uzaktan değil yakınında olaydın dostunun.) Hep geçen günler konuşulur. Gençliğimde denilip çok gerilere gidildiği gibi; geçen yaz tatilin ucuzluğu bu yaz gidilecek gibi değil otur oturduğun yerde çaresizliği, çözümsüz konularda ben söylemiştim kahinliği, çözülen konu yok da olduğunda hayret yüz ifadeleri, sevinçlerin repliği.

Ben yaştakiler hep geri dönerler ileri vites şanzıman bozukluğundan geçmez. Ama geri vitese takınca hele bir de rüzgarı arkanıza aldığınızda arabadan kolunuzu dahi çıkarırsınız. Nasihati görsünler “Öyle olmaz biz sizin yaşlarınızda” diyerek başlandığında akşam vakti minarelerden okunur.

İleri görüş, geleceğe dönük plan, program, hadi biz de yok, eski beş yıllık kalkınma planları bile yok artık. “Tarihini bilmeyen geleceğini tayin edemez.” Diyerek başladığımız veciz sözün ardından geleceğe dair bi ışık mı yakacak acabalı meraklı bakış ve heyecanlı bekleyişlerde yine yıllar yıllar sonrasına gidilir. Tarih öyle bi analatılır ki geleceğe gelemeyiz.

“Yıllar sonra bile dinletemedim, kalbime yazdım, hastayım sanıyorlar, oysa yastayım.” Şarkılarımız bile buruk, içimize işleyen göz pınarlarımızı çağıldatan nağmelerde bir hüzün çıkagelir; bükülür boynumuz, düşer kafamız, kulaklarımız iner, omuzlarımız çöker, mendil yoktur (o alışkanlığımız da gerilerde kaldı) ne gömleğin kolu yeter silmeye, ne gözümüze soktuğumuz on parmağımız, uzatılan selpak kabından çıkarılıncaya kadar su içinde kalır pantolonumuz sanırlar ki altına yapmış.

Dert söyletir aşk dinletirmiş. Dert, dizboyu, aştı bilem, aşk Mecnun‘la beraber gitti. Durum leyla. Burada geriye dönmekte haklıyız geleceğe aşık olunmaz önümüze ne çıkacağı belli değil, beşik kertmesi diyorlar kundakta, beşiğin gıcırtısında, pamuklar içinde, uyuyanların yıllar sonra uyandıklarında ne kadar huysuzluk varsa yaptıklarında kim aşkı göze alır ki. Hüngür nağmeler içimizi darlar.

Gelecek bizim işimiz değil kardeşim, biz günü kurtaralım kepengi indirirken, “Allah bereket versin” diyelim ki bereketi kaçmasın günün. “Bugünü kurtardık yarına Allah kerim.” Nasibin varsa o da olur diye beklentiler günü kurtardıktan sonraki geleceğe kapı aralamaktır. Onda da o kapının bize aralanmasını bekleriz, umut ederiz, gayret yok. Yetişir imdadımıza “Umut fakirin ekmeği.” Gençebay’a sorun “Bir teselli ver.” Sorup sorduğumuza bin pişman “Akşama oturalım.”

Dert, bizi eskilere sardırır bantı kaseti. “Bir lokma bir hırka” geçim, “Ekmek elden su gölden” hayat, “Bi dönüm bostan yan gel Osman” keyif, “Baba parası anne duası” varlık, “Kader” deyip geçmek tembellik, “Yarına Allah kerim” israf, “Aç mezarı mı var” teselli. Olmaaaz.

İşte geleceğin zırt dediği yer burası.

Yarın, öbür gün, ertesi gün, önümüzdeki ay, seneye, hatta on sene sonra, biraz parmaklarımızın ucuna kalkıp belki de bir ömür. “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.”deyip, içini doldurduğumuzda: Hayat bu, dünya bu.

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş.”
Sizden sonra, bırakın çınlasın dursun.