Artık büyükşehir ile birlikte kentleştik. Köy ile kasaba, kasaba ile ilçe, ilçe ile şehir, şehir ile kent nasıl ayırt edilir. Bulvarları caddeleri, mağazaları, işyerleri, modern ticari merkezleri, konforlu toplu ulaşım araçları, sosyal ve yeşil alanları, planlı binaları, kent aydınlatmaları, kentin tanımıdır.

Uzun zaman yapılamayan kentimizin planlaması geçici ve tedrici tedbirler ile bazen ekleme çıkarma, bazen masaya yatırma, bazen de ayakta tedavi ile müdahalelerde bulunuldu. Her geçen gün kentin  artan ihtiyaçları, günü kurtarma çabalarıyla geçiştirildi. Bu yüzden kentimizde bir kimlik sorunu oluştu. Planlama aktörlerinin olmadığı bu geçiştirici sözde planlar ile kimliğimizi kaybettik.

Kimlikli plan yapabilmek için doğal ve yapay çevrenin özelliklerinin yanında sosyo kültürel, eğitim ve ekonomi gibi sorunlar, iklim koşulları, hava kirliliği, dağı, topoğrafik durumu, Gediz nehri ve bu nehre akan dereleri, tarım girdileri, bitki örtüsü, florası, jeolojik jeomorfolojik yapısı, zemin araştırmaları, kültürel ve geleneksel yapısı, kent dokusu gibi bu faktörlerin kent üzerindeki etkileşimleri kentlerin kimliğinde önem arzeder.

Kentin olası kimliği insanların da yaşantısıyla birlikte şekillenmiş olur. Dünyada üç defa Ağa Han Ödülü alan tek mimar, plancı, düşünür, Turgut Cansever “Şehir imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder.” Der.

Bu güne kadar, mevcut dokunun hızlı büyümenin yaşandığı süreçte planın dönüşüme açılması, kentsel dönüşüm, imar haklarının arttırılmasına yönelik tercihlerin yapılması, her kurumun ayrı planlama yapması, Toki, Şehircilik ve Çevre Bakanlığı, Özelleştirme İdaresi, Kentsel Dönüşümün getirdiği planlama serbestiyeti, belediyeler, kaymakam ve valilerin tercihleri ile kentimizin kimliği bozulmuştur.

İmar planlarında şöyle bir uygulama vardır. ‘Altı ticaret üstü mesken.’ Binaların zemin kat dairelerinin tadilat ile ticarete dönüştürülmesi, bazı işkollarının apartman katlarında ruhsatlandırılması, rant ve günü kurtarma çabalarıyla artan ticari alanlar ile altı ticaret üstü mesken anlayışının hızla genişlemesi, büyümesi, kentin her yerine yayılması. Bu şehirlerin çarpık büyümesine, ticari anlayışın rekabetin sürtüşmeye dönüşmesine, yaşam ve ortak kullanım alanlarının şahsi çıkarlara göre kullanılmasına ve daha birçok etkenlere  sebebiyet veren en önemli hususlardan  biridir.

Bu şekilde artan ticari alanlara gelince: Ticaret erbabı olmayanlar, sonradan ticarete atılanlar, ticari meslek sahibi olmayan işletmeler bu artan ticari alanlara yerleşirler. Rekabet için kalite ve dayanıklılık gözardı edilerek  ucuz mal tedariki ile rekabet sürtüşmesi başlar. Amaç, malı satarak gelir sağlamaktan ziyade geçinip ayakta durabilmektir. Esnaflıkta tabir olan iş köşede değil kösede anlayışının yerini “İş kösede değil köşedeye dönüşür.” Hal böyle olunca, işyeri önüne parkettirmemek için caddeye tabela, sandalye koymak, kaldırım işgaliyeleri ile öne çıkmak suretiyle rekabetin, ticaretin anlayışı ve şekli değişir.

Manisa’mız oldum olası bir imar plan talihsizliği yaşamıştır. Ne zamandan beri? 1922 yangınından buyana. Yangından bir yıl sonra belediyelere ve valiliklere plan yapma yetkisi verilir. Neredeyse tamamı yanmış olan Manisa’mız, bir harita firmasına imar planları hazırlatıp (1923) süratle uygulamaya geçildikten bir zaman sonra 1936 yılı olabilir. Plan yapma yetkisi harita mühendislerinden ve belediyelerden alınarak yeni bir imar yasası çıkartılır. Bu yasaya göre şehir planlarının hazırlanmasında dikkat edilmesi gereken hususlarda; çıkmaz sokak düzenlenemeyeceği, yol genişliklerinin şehrin dokusu ve 50 yıl baz alınarak artacak nüfusa göre ölçülendirileceği, demiryolları ve su kanalları çevresinde boş bırakılması gereken alanların mesafeleri, yaya kaldırımlarının genişliği, gibi hükümler belirlenir. Ancak Manisa bu yasadan önce uygulamaya geçtiği için bu şartlara uyamaz, yol ve kaldırım genişliklerinde herhangi bir genişletme yapamaz. Şimdi araç sürdüğümüz caddeler, yürüdüğümüz kaldırımlar yangından önceki ve 1923 yılında yapılan planda belirtilen ölçülerdir.

Tabii planlamanın bir diğer önemli noktası kentin yabancılaşması konusunun dikkate alınmasıdır. Oldum olası geciken genel imar planlamaların, hızla bölgesel planlara hatta parsel bazına dönüşmesi yabancılaşmaya ve kentin kimliğinin kaybolmasına sebep olmuştur. Kentine yabancı olan yaşayan nüfus, vandalizm ile kenti hor kullanmaya, kent mobilyalarını kırıp dökmeye, yasak levhalarını, kaldırımları, park yasağı için dikilen dubaları, ağaçları, yeşili çiçekleri, tahrip etmeye başlar hatta bu durum tarihi eserlerin duvarlarına sprey boyalar ile yazı yazmaya kadar gider.  

Bu noktaya gelindiğinde  kamusal alanların, kentlinin ortak kullanacağı açık alanların  rekreasyonel amaçlı kullanma eğiliminin geliştirilmesi gerekir.  Sadece yeşil alandan ziyade kentin toplanma buluşma noktası hüviyetinde, demokratik kent yaşamına katılımını özendirici faaliyetlere cevap verecek şekilde sosyo kültürel ve kamusal alanlar düzenlenmelidir.

Ancak en önemlisi mutlu bir kent olunabilmesidir. Günümüzde yapılan imar planlarının adı ‘Yaşam Planı’ olarak değiştirilmiştir. Mutlu bir kent, kentin her bireyiyle, her yönüyle ortak ve saygın bir şekilde yaşamaktan geçer. 

Son günlerde esnafa rahatsızlık verdiği işgaliyelerden şikayet edenlerin yanında bu kentin diğer sahipleri, çocuk arabalı  genç, yaşlı, kadın ve erkeklerin engelli vatandaşlarımızın zaten dar ve kalabalık olan kaldırımlarda rahat yürümelerini sağlamıştır.

Bu kent hepimizin.