Lodos yağmur getirir, kaç gündür esiyor. Bazen şiddet derecesinde, Uçan çatılar. Sökülen ağaçlar. Yere düşen kiremitler. Devrilen bacalar.

Nihayet yağmur geldi: 

Korkunç patlamalar, 

Çatır çatır şimşek çakmalar, 

Bir an her taraf aydınlanırken kılcal led ışıklardan, 

Kararmanın ardından, 

Gökyüzünün homurtusu ve patlaması. 

Yağdı yağacak derken bir anda başladı. 

Sonra yavaşladı. 

Sağanak şekliyle devam etmeğe başladı 

Bugün üçüncü gün,yarın Pazartesi Pazarı:

Pazarcılar tezgahlarını açarken yağmur yağmaya devam ediyor. Soğudu hava diyorlardı zaten kırçıl gibi yağıyor, 

insanın yüzüne vurunca acıtıyor. 

Pazar kamyonetleri yerlerini almış yerleştirilen tezgahlara 

lahanalar sıralanıyor.


 

Fazlası tezgahın gerisine, 

Dİğerinde patatesler piramit şeklinde 

Her bir pazarcı satacağı sebzeye göre istifliyor tezgahını. 

Ayaz, yağmur, akşam, karanlık, düşünüyorlar yarının sabahını.

Dünkü, Horozköy pazarında gün boyu yağan yağmura öfkenin karamsar düşüncesinde yorgun yüzler, sabırlar taşmış, söylenenler bağırışa dönüşmüş söylenenler, anlaşılmaz da kavgaya dönüşür  endişesinde yamaklar pür dikkat ama yorgunluk dağıtmış akılları tıkamış kulakları, buğulu gözler zor görüyor artık.

Geç vakit Horozköy pazarından toplanmışlardı daha oranın yorgunluğu bitmeden buraya, kamyonetten indirilmiyor atarcasına sebzelermiş gibi gözükse de bezginlikler, bitmek bilmeyen gayretler savruluyor sabırlarla beraber.

Sabah erken saatte çadırlar açılıyor 

Brandalar geriliyor. 

Kendi, tezgahı, müşterisi ıslanmasın diye yerleştiriliyor. 

Yanda ki tezgahın çadırına takılıyor.  

Zaten öfkeler akşamdan kalma, 

Sürtüşme itişme tatlıya bağlanıyor alışverişçiler gelmeye başlayınca.
Şemsiyeliler yanaşamıyor tezgaha.

Pazar arabasını mı tutsun?  

Cüzdanından parayı mı çıkarsın? 

Pazarcının doldurduğu torbayı mı alsın? 

Hepsi de oluyor. 

Çantalar, arabalar, torbalar, dolmuyor. 

Pazar diye ayrılmış paralar yetmiyor. 

"Daha marul almadım." "

 Elma da alacaktım."  

"Parasızlığın gözü kör olsun." Diyor.

Yağmur gün boyu yağdı. 

Sabırlar taşmış, bağırışlarla atılıyor. 

Sıkıntılar deşarj oluyor, yorgun duygular. 

"Haydi kalmasın"  "Yağmur yağdı böyle oldu" 

 "Gel gel patatese gel” bitsin diyen bağırışlar.

Bir akşam daha yapılıyor. 

Kalanlar toparlanmaya başlanırken büyükçe çuvallı bir kadın; 

Ö tede biri daha, birileri daha. 

Kesilen biçilen atılanları ayıklamakla meşguller. 

Bir kaç pazarcı tezgahta kalan az bir sebzeyi dağıtıyor.

" Al bunu da al." Demekteler.


 

Yüzler asık, 

Gönüller kırık, 

Ümitler bitik. 

Yitik hayatlar, 

M uhtaç insanlar, 

ala yım mı diyen bakışlar.

Yaşmağı çözülmüş, 

Yağmur saçlarına dökülmüş, 

Uçlarından sular akıyor.  

Bir kap yemeklik sebzeye. 

Akşamın karası bulaşmış ellere, 

Ayaz dumanlı nefeslere. 

Sudan çıkmış gibi her yanı. 

Aldırış etmiyor, alışmış hastalığa, 

Öksürükler, dünyası.

Bir kız çocuğu annesine yardımda,

O da bir şeyler arıyor anasının her adımında. 

Sarı sanki  ama çamurlu çizmeleri, 

Belki de su dolu içleri. 

Yağmurdan bacaklarına yapışmış etekleri, 

Gidelim diyor anne üşüdüm.

Kirli kara ellerini koltuk altlarına sokuşturuyor.

Kesmiyor titremeleri.

Anne aranırken yemek yapılacak gibi olan sebzeleri, 

Aklında binbir düşünceler dalmış gitmiş gözleri, 

Göremiyor hiçbir yeri, karanlıkta basmıştı. 

Omuzladı torbayı, kolundan tutabildi miniğini, 

Mantosu ağırlaşmış yağmurdan, 

Zorlanarak çıktı pazardan. 

Aklından geçiyor bastıran akşam gibi, karanlık, umutsuz düşünceler:
“Zaten çatı da akmaya başlamıştır yağmurla. 

Çalı çırpıda yaş şimdi.” 

Nasıl yakacak evde ateşi?

Isıtacak bu minicik elleri?

Çocukken büyümüş bedenleri?