Tartışmasız en büyük devrim Cumhuriyetin ilanıdır. Ancak Cumhuriyetin temel nizamı bir yıl sonra 1924 anayasası ile tesis edilmeye başlanmıştır. Yeterli midir?

Elbette, Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılmadığı sürece tek başına yeterli olamayacağı aşikardır. O yüzden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ilkesini koyduğu egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması gereğini gerçekleştirebilmek için çok çaba sarf etmiş, çok partili sistemi arzu etmiştir. Ancak büyük değişimin getirdiği bir takım sancılar ve Cumhuriyete yönelebilecek tehditler nedeniyle bunda ne yazık ki muvaffak olamamıştır.

1945 yılına gelindiğinde savaşın Avrupa’da sona ermesi ve hür dünyanın zaferi Türkiye’de de demokrasi, hürriyetler ve insan hakları rüzgarlarının esmesi ülkemizde de çok partili hayata geçişin kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Halk refah istiyor, seçkinlerin oligarşisinin kendilerine dayattığı rolü oynamak değil, anayasal düzenin kendilerine tanıdığı vatandaşlık, eşit yurttaşlık haklarının tanınmasını istiyordu. Gençler hukukun üstünlüğünü savunuyor, demokrasi istiyorlardı. Halkın bu talepleri CHP gurubunda 4 milletvekilinin imzaladığı ve tarihe dörtlü takrir olarak geçen önergede dile getirilmişti. Ardından bu 4 milletvekilinin öncülüğünde Demokrat Parti kuruldu. Parti kurulurken birçok isim ortaya atıldı ancak demokrasi özlemini, halkın taleplerini kapsayacak yegane isimin “demokrat” sözcüğünde mündemiç olduğu kararlaştırıldı ve Demokrat Parti böyle doğdu.

Ne yazık ki; 27 Mayıs 1960 günü, devletin temel nizamı olan 1924 anayasası yerle yeksan oldu, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ilkesi çiğnendi. Atatürk’ün en büyük eserim diye nitelediği, top seslerinin Ankara’dan duyulduğu günlerde bile kapanmamış, ayakta kalmış Gazi Meclis feshedildi. Millet iradesiyle seçilmiş milletvekilleri, başbakan ve bakanlar tutuklanarak Yassıada’ya gönderildi, işkencelere maruz bırakıldı. Yassıada’da hukuk katledildi, “sizi içeri tıkan kuvvet böyle istiyor” denilerek anayasa ve yasalar çiğnendi, Başbakan ve iki bakanı hukuk cinayetine kurban edildi. Halkın adalet duygusu köreltildi.

Kapatılan demokrat parti yerine ise o gün için yerle bir edilen adalete karşılık “adalet” adını taşıyan AP kuruldu. 12 Eylül 1980 de halkın iradesi bir kere daha yok sayıldı darbeciler bütün siyasi partileri kapattı. Toplumun temel nizamı hukuk ve demokrasi bir kez daha ayaklar altına alındı. Demokratlar ve onu takip edenler hep hukukun ve demokrasinin içinde kalmayı benimsemişler “Hedefimiz doğru, davamız doğru, yolumuz doğru” demişlerdi. O yüzden yeni kurulan partinin adı Doğru Yol olarak benimsendi.

“Demokrat”, “Adalet” ve “Doğru Yol” aslında bu birbirini takip eden üç isim sadece partilerin adları değil ayrıca Devletin toplumsal nizamı olan hukuk ve demokrasiye ulaşmada izlenen yolun da kilometre taşlarını ifade ediyor. Demokrasiye inanmayanların, onu içselleştiremeyenlerin bunları anlamaları da mümkün değildir.

Bunlardan söz etmek nereden aklınıza geldi? Sorusu hemen aklınıza gelebilir, hemen konuya gireyim.

Geçtiğimiz günlerde Sözcü TV Sisler Bulvarı programında deneyimli gazeteci Saygı Öztürk yaşayan en büyük demokratı Ali Naili Erdem’i ağırladı. Erdem1946’yı Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak yaşamış, DP gençlik kolları üyesi olarak girdiği siyasette 1961’de AP milletvekili olup 1980 darbesine kadar İzmir milletvekili olarak görev yapmış, sanayi, Çalışma ve milli eğitim bakanlıklarında bulunmuştu. Onun anlattıklarını siyasete ilgi duyanların, özellikle de gençlerin izlemesini öneririm. Hele, adlarının önüne siyaset bilimci yazan ama siyasetten hiçbir şey anlamayan TV yorumcuları mutlaka izlemeli ders almalıdırlar (https://www.youtube.com/watch?v=RSCbKFNZBXU). Saygı Öztürk’ün sorduğu her soruya verilen cevapların hepsi altı çizilecek, not alınacak nitelikteydi. Birkaç gün öncesinde de bir iftar daveti vesilesiyle bir araya gelmiş hem engin tecrübelerinden feyiz almış hem de kendi görüşlerimizi paylaşma fırsatı bulmuştuk.

Ertesi günü haberleştik, program hakkında takdir ve şükran duygularımı ilettim, feyiz aldığımızı söyledim. O da programda zaman darlığından söyleyemediklerini bana anlattı. Merhum Demirel ile aralarında geçen anekdotlardan söz etti.

Konuştuklarımızın özeti başlığımız oldu. Hukuk ve Demokrasi Devletin Toplumsal Nizamıdır. Hz. Ali de “Devletin Dini Adalettir” demiş. Haktan, hukuktan, adaletten ayrılırsan, Kuvvetler ayrılığı başta olmak üzere demokrasinin temel niteliklerini yok sayarsan Devletin toplumsal nizamı da bozulur. Adaleti siyasallaştırırsan, insanlar kendi adaletini aramaya başlarlar, anarşi doğar. Allaha secde ettiğin seccadeyi siyasi çıkarlara paspas edersen insanların din duygularını da köreltirsin.

Ali Naili Erdem merhum Süleyman Demirel’in her daim gömleğinin üst cebinde minik bir anayasa taşıdığını ve anayasayı ezbere bildiğinden de söz etti. Hukukun üstünlüğüne sonuna kadar bağlı olan Demirel yeri geldiğinde anayasayı çıkarır muhatabının yüzüne doğru tutar hukuk dersi verirdi.

Bugün anayasa mahkemesi kararları bile uygulanmıyor. Anayasa delik deşik olmuş, kuvvetler ayrılığı desen hak getire. Öyleyse Devletin toplumsal nizamını nasıl sağlayacaksınız? İşte bozulma ve çürüme buradan geliyor, toplumsal nizam bozuldukça, etnik, mezhepsel, fikri çatışmalar, kavgalar ve kutuplaşmaların da altında yatan budur.

Gelecek yazımda aynı konuda hem merhum Demireli anlatavcağız hem de deneyimlerimizi ve çözüm önerilerimizi anlatacağız.

Kalın sağlıcakla…