Dün 27 Mayıstı, millet iradesinin silah zoruyla yok edildiği, Gazi meclisin feshedildiği, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanları ile DP meclis gurubunun, genel kurmay başkanı dahil bazı üst düzey yöneticilerinin Yassıada’ya gönderildiği yakın tarihimizin demokrasi adına kara bir lekesiydi. 

            Milletin büyük çoğunluğunun yas tuttuğu 27 Mayıs günü yıllarca bayram olarak dayatıldı. Sadece küçük bir azınlık ve darbe severler kutladı bugünü. Başka bir darbe ise kökten kaldırdı kutlamaları. 

            Bugün ise artık kimse anmıyor. Hatta dolaylı bile olsa darbede payı olanlar, ne kadar büyük hata yaptıklarını anladılar, günah çıkardılar. Sonraki bütün muhtıra ve darbelerin anasının 27 Mayıs olduğunu da kabullendiler. Sadece Perinçek gillerden küçük bir azınlık kaldı 27 Mayısı anan, onların da hepsi değil zaten. 

            Sayın Kılıçdaroğlu da birkaç yıl önce Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın anıt mezarını ziyaret ederek partisinin geçmişiyle yüzleşti, yaptığı açıklamalarla 27 Mayıs darbesi ve infazların ne millete ne de ülkeye hiçbir yarar sağlamadığını üzerine basa basa vurguladı. 27 Mayısın planlayıcılarından, ordu içindeki örgütleyicilerinden, darbenin güçlü albayı rahmetli Türkeş de sağlığında nedamet getirenlerdendi. 

            Rahmetli İnönü, gecikmiş de olsa infaz kararlarının durdurulması yönünde çaba göstermiş ancak muvaffak olamamıştı. Bunu bizzat merhum Aydın Menderes’in kaleme aldığı anılarından biliyoruz. Darbenin devlet başkanı Cemal Gürsel de hem İnönü’nün ikazları hem de batı dünyasının telkinleriyle ilk günkü infazların ardından Menderes’in infazını durdurmak üzere Yassıada’yı aramış, Yassıada komutanı Allahsız Gardiyan lakaplı Tarık Güryay’dan infazın gerçekleştiği cevabını almıştı. Oysa intihara teşebbüs eden merhum Menderes o an için Yassıada’da bulunuyor ve sağlık durumu da infazın gerçekleşmesine uygun bulunmuyordu. Gürsel’in telefonu üzerine Tarık Güryay sabaha karşı hasta, hasta şehit başvekili İmralı’ya götürüyor ve apar topar infazın gerçekleşmesini sağlayarak bir cinayete imza atıyordu. Bunları da darbecilerin ve adada görevli askerlerin yıllar sonra gelen itiraflarından biliyoruz. 

            Aradan atmış yıla yakın bir zaman geçti, derelerin altından çok sular aktı, kin, nefret duyguları ve öfkeler törpülendi, sağduyu hakim oldu. Artık insanımız 27 Mayısta cereyan eden hadiseler nedeniyle birbirine düşman gibi bakmıyor. Birbirlerini anlıyorlar, hak veriyorlar, acıları da paylaşıyorlar. Karı koca, baba oğul farklı düşünebiliyorlar. Bugün bu insanlar, ülke çıkarları, milletin huzur ve refahı, hak, hukuk, adalet, hürriyet ve demokrasi adına bir araya gelip “Millet İttifakı” çatısında bir araya gelebiliyorlar. 

            Toplumda uzlaşma kültürü, birlikte yaşama kültürü, barış, hoşgörü anlayışı yerleştikçe çözülmeyecek mesele yok. Daha 27 Mayıs darbesi üzerinden henüz 2 yıl geçmişti ki; AP-CHP koalisyonu demokratların affını çıkardı. Babam dahil yüzlerce eski DP’li vekil, Kayseri’den, Toptaşı’dan, Balmumcu’dan tahliye edildiler, kısa süre sonra da Celal Bayar başta olmak üzere diğer müebbetlikler salıverildi. DP’lilerin siyasi haklarının iadesi meselesi tek başına iktidar olan AP’nin çabalarına rağmen uzun süre çözülemedi. Nedeni 61 anayasasıyla kendilerini ömür boyu senatör ilan eden cuntacılar, tasarıyı Senatoda reddediyorlardı. Sonunda Demirel’in girişimiyle yıllarca dargın olan İnönü ve Bayar bir araya geldiler, barıştılar, Ecevit de ikna edildi ve siyasi haklar iade edildi. Ecevit ve Demirel uzlaşması 12 Mart döneminde tehditle, baskıyla, silah zoruyla Cumhurbaşkanı seçtirilmek istenen Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler hadisesinde de hayırla sonuçlandı. Demirel ve Ecevit’in anlaşmasıyla AP-CHP gurupları silahların gölgesinde, kelle koltukta meclise girdi ve Korutürk’ü Cumhurbaşkanı seçti. 

            Diyeceğim odur ki; Türk siyasetinin iki ana ekseni CHP ve DP ile DP’nin takipçileri ne zaman uzlaşsalar, memleket hayrına sonuç getirmiştir. Ne zaman kavga etseler darbeler gelmiştir: 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül… Kim zarar görmüştür? Sağcı, solcu, Alevi, Sünni demeden tüm millet zarar görmüştür. Madem millet için çalışılıyor, öyleyse eteklerimizdeki taşları döküp uzlaşmalı, kucaklaşmalıyız. 

            Bundan rahatsız olanlar yok mu? Elbette var. Kavgadan, kutuplaşmadan nemalananlar millet ittifakından rahatsız oldular, nifak sokmaya çalışıyorlar. Görevi beldesine hizmet etmek olan koskoca bir ilçenin belediye başkanı bile, işini, gücünü bırakmış, trollüğe soyunmuş. Menderes’i boğazlayanlarla ortak oldunuz diye kin kusuyor. Adama sorarlar: “yahu sen ne zaman Menderesçi oldun, demokrat oldun?” diye. Sen yıllar yılı 27 Mayıs sabahı “dikkat, dikkat” sesleriyle radyodan milletin göğsüne hançer saplayan darbenin muktedir albayının peşinden gitmedin mi? 

            Geçen haftaki yazımda Millet İttifakını oluşturan partilerin başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere listelerini değerlendirmiş, her iki partideki AP-DYP-ANAP-DP kökenli adaylardan söz etmiştim. Hafta sonundan itibaren partilerin seçim bildirgeleri de açıklanmaya başladı. Bunları da ileriki yazılarımda değerlendireceğim. Bugün için tek bir şey söyleyeceğim. CHP’nin seçim bildirgesi “Millet İçin Geliyoruz” başlığını taşıyor. Millet sözcüğü bile CHP’nin nasıl iyi niyetli bir değişim ve dönüşüm içinde olduğunu göstermektedir. Hayırlara vesile olsun inşallah. 

            Kalın sağlıcakla…