15 Temmuz üzerine yazılan her yazı, söylenen her sözü bir bir not ettim… Tartışma programlarını kaçırmadan izledim, alınan ifadeler üzerine haberleştirilen metinlerden her gün değişik failler üzerine yoğunlaştım… Uçakların üzerine atlayan insanların füzelere karşı koyuşlarının, tankların önüne atlayıp altından sağ çıkanların 9 canlı hallerinin olay yeri fotoğraflarını arka planlarıyla inceleyip detaylar çıkardım… Yetmedi 70'li yıllara dönüp cemaatin örgütsel planlanışını anlamaya çalıştım.

Artık yeteri kadar kafamın karıştığını hissedince, "Tamam" dedim, "Oldu bu iş!"… Layığı ile arzu edilen noktaya geldim.

Kızgınım ama…

Olmuş ve olabilecek her şeye karşı şaşırabilme ihtimalimin elimden alındığını, bir çeşit duygusuzlaştırıldığımı düşünüyorum.

Bu iman dolu göğsümüzle, sürekli bir cenk hali fedailiği edinmişliğimize içerliyorum.

Askeri, polisi bir düşmanmışçasına içselleştirip can güvenliğim, vatan savunmam için inisiyatifin elime bırakılmış olmasına isyanım var.

Sivil vatandaşlık haklarımın gasp edilmesine itiraz yüklüyüm.

Bu takındığım tavrın bir AK Parti karşıtlığı dolayısıyla darbe yandaşlığı olarak yorumlanabilme tahammülsüzlüğüne öfke doluyum.

Hayatımın 15 Temmuz'una kadar her gün "Herkes için demokrasi" diye bağırırken, bugün meydanlarda "Dombıra" dinlemek istemeyişimin, demokrasiyi reddetmek anlamı taşıyor olmasına külliyen karşıyım.

***
1980'den bu yana Fetullah Gülen'e hayranlık beslemeden siyaset yapılamadığı, iktidarın altın anahtarını onun ellerinden almak için eteklerinin öpülmesinin zaruri olduğu gerçeğini; 17-25 Aralık süzgecinden geçirirken, elekte bırakamadığım, aklımdan çıkaramadığım, unutamadığım için üzgünüm…

O yüzden bugün "Aaa FETÖ'cüymüş! Kaç, kaç, kaç" diye kimden kaçacağız? Yaratılan sistemde olmayanını bulmak çok güç.

Eline silah alıp Meclis'i bombalayan, kendi vatandaşını katleden askerin, bir terörist olduğu konusunda hemfikiriz… Ancak o Türk askerini terörist haline getiren oluşumun; yani -masumane duygularla da olsa- içinde ‘Fethullah Gülen' hayranlığı barındıran, müridi, maşası olan herkesin en az onun kadar tehlikeli olduğunu unutuyor gibiyiz.

Türkçe Olimpiyatları'nda salya sümük ağlayan herkes; ‘Okyanus ötesine selam" gönderen herkes; kendi aklı kendine yetmeyenin okullarına methiyeler düzen, onu eğitimin dehası kabul eden herkes; kamuda, yargıda, askeriyede, sağlıkta, eğitimde bunca erk, bunca güç, bunca söz sahibi olmalarını sağlayan herkes; en az onun kadar suçlu!

Şöyle düşünün ki hiçbir bebek annesinin karnından katil doğmaz! Bu canavarı biz kendimiz yarattık!

***

Bülent Arınç'ların ‘ahmak' olduğu bir ülkede ben hakikaten geri zekâlı olmalıyım ki güne ayak uydurabileyim.

Yoksa 15 Temmuz'u salt bir darbe girişimi olarak nasıl yorumlayabilirim?

145'i sivil, 60'ı polisi, 3'ü asker olmak üzere 208 kişinin hayatını kaybettiği, 1491 kişinin yaralandığı 15 Temmuz'dan siyasetçiler burnu bile kanamadan sıyrılabiliyorsa…

Askeri üslerden savaş uçakları havalanırken, Genelkurmay Başkanı makamında baskın yiyor ve olayı "Aaaa! Neler oluyor kuzum?" şaşkınlığı ile o an fark edebiliyorsa…

Dünyanın öte tarafı bir telefon kadar yakınken, ben annemi yemek tarifi almak için bile günde kırk kere ararken; dosta güven-düşmana korku salan heybetli paşalarımız, milli istihbaratımız; devletini, milletini korumak için Cumhurbaşkanı'nı Başbakanı'nı bile aramıyorsa…

Dünün en dindar insanları gösterilen öğretmen, savcı, asker, işadamı, türbanlı ev hanımı ….. bilumum insan bugün FETÖ'cü terörist olup içeri tıkılırken, bir tek milletvekili bile tanık sıfatıyla da olsa adalet karşısına çıkartılmıyorsa…

Suçun kapsamı, 17-25'ten sonrası olarak tanımlanıyorsa…

Cumhuriyetin koca koca savcıları düne kadar susturulup bugün haldır haldır adalet, hak, hukuk dağıtsın isteniyorsa…

Bu işte bir iş var demektir!

***
Dram/aksiyon türündeki, korku ve şiddet ögeleri barındıran +13 yaş ibaresini zorunlu kılacak bir film gibi televizyondan izlediğim 15 Temmuz'a, "Darbe" diyebiliriz, "Kalkışma" diyebiliriz ancak yetmez, kâfi de gelmez zaten yaşadıklarımıza…

Aynı zamanda "Azgınlık" tır bu başa gelen…

Ve azdırana da bir bakmak gerekir tabii!

Örgütsel yapısını 2002 yılına kadar sistemli şekilde geliştirip o tarihten bu yana azgın bir teke gibi ülkenin her yerine musallat edilmiş bu yapıdan temizlenme günü olarak da görmek mümkün elbette.

***
Neyse ki bir musibet bin nasihatten her zaman daha kıymetlidir…

Aman efendim! Üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum!

Nedir Allah aşkına bu Atatürk sevgisi…

Nedir Allah aşkına bu uzlaşının yagane sebebi…

Ahir ömrümde siyasi liderlerimizin birbirini alkışladığını gördüm ya ölsem de gam yemem artık.

Bir de, korkudan değil de korkusuzca yaşayabilmenin gereği olarak demokrasiyi içselleştirmiş bir ülke olduğumuzu görebilirsem; gözüm açık gitmeyecek.

En sakındığım şey bu olsa gerek! Bir gün benim bile kahramanım olabileceğine hiç inancım yok ama sanki gözlerinde gördüm o ışığı…

***
Hayat öyle bir pamuk ipliği ki her gün yeni baştan bir şeyler öğreniyoruz…

Hayat, iyilikle olmuyorsa böyle kanata kanata öğretiyor. Elindekini elinden alarak öğretiyor. "Elindekiyle yetin" diyor. "Senin olmayanı isteme" diyor. "Ağlamak istemiyorsan, gülümse" diyor.
Anlıyor musun?

AK Parti iktidarı, artık her kim tarafından, her ne tarafından olursa olsun "Kandırıldım" deme lüksünü kaybetti. Bunca yıllık dik başlılığının uğruna canlar yitti… Pahalıya mal oldu "Sizden öğrenecek değiliz" küstahlığı…

Ve 15 Temmuz hepimize bir şeyler öğretmiş olmalı…

Bir ve beraber olmak öyle yüzde 50 yüzde 50 bölüşerek, olunmuyor… Senin olanı baş tacı edip olmayanı tecrit ederek, olmuyor… Duymak istediklerini duyup istemediklerini tehdit ederek susturmakla, olmuyor… Karşındakinin dindarlığını, ahlakını, insanlığını, vatanseverliğini sorgulama haddini kendinde bulan ‘kraldan çok kralcı' tayfanla gücünü birleştirip azınlığa zulüm etmekle olmuyor.

Yoksa yerleri gökleri yaratan Rabbim işte böyle öğretiyor, hayatın sana öğretemediklerini