70 yaşına girdiğim, 50 yıllık gazetecilik mesleğim süresince hafızamı bir yoklayayım dedim. ABD ile olan ilişkilerimizde krizsiz geçirdiğimiz dönemler var mı diye. Pek fazla görülmüyor. 1950 Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile ABD ile sıkı ilişiklere girmişiz görünüyor. Ülkenin kalkınması için yardımlar da almışız. ABD’yi dost bilmişiz. Amerika Nato’ya girmemizle birlikte aslında ülkemizin üzerine fena şekilde çullandığı rahmetli Başbakan Adnan Menderes’in son ziyaretinde ortaya çıkınca Menderes hayal kırıklığı içinde Türkiye ve dönünce dış politikada ABD’ye yaslanmanın acı faturası karşısında Rusya ile ticari ve dış politika ilişkilerine girmeye başlayınca ülkemize ABD bir ders vermeye karar verip 27 Mayıs ihtilalini gerçekleştirdiğini görüyoruz. Rahmetli İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde Johnson’a mektubu gönderildiğinde 14-15 yaşlarındaydım. Kıbrıs’ta yurttaşlarımız katledilirken, Kıbrıs’a çıkartma yapma hayalimizi sonlandırıyorlardı. Çünkü savunma sanayimizi ABD’ye teslim etmiş durumunu da fark ettik. Rahmetli Demirel’in de Adalet Parti ile iktidara gelişinde Demirel’i hep kendi adamı olarak gören ABD’ye Rusya ile ekonomi anlaşmalarına teşebbüs etmesi üzerine halkın oyları ile iktidara büyük çoğunlukla gelen Demirel hükümetine 12 Mart muhtırasını dayatan yine ABD yönetimi idi. Rahmetli Ecevit de Kıbrıs’a çıkartma yaparak soydaşlarımızın canına malına sahip çıkınca ambargo uyguladı. Ülkemiz ekonomisi ve siyasi istikrarsızlıkla karşı karşıya kaldı. Sağ-sol çatışmaları başladı. Sonunda 12 Eylül ihtilali ile karşı karşıya kaldık. Bir Amerikalı yetkili “Bizim çocuklar ihtilal gerçekleştirdi” diye açıklama yapma cüretkarlığını da gösterdi. ABD-Türkiye üzerinde kendi sözlerini dinlemediği için 2000 yılına kadar Kürt sorununu da kaşıyarak PKK’ya destek verdi. Bugün de hala vermeye devam ediyor. Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında AK Parti’nin iktidara gelmesi ile durumlar daha da değişti. Erdoğan’ın liderliği dünya çapında ilgi görmesi ve ülke çıkarları karşısında ABD’ye posta koyması ABD’yi çıldırtır hale getirdi. FETÖ yandaşları ile 15 Temmuz darbe teşebbüsüne kalktı. Allah’a şükür karizmatik lider Erdoğan ve halkımız bunu bertaraf etmesini bildi. Tabii Cumhurbaşkanımızın Rusya ile iyi ilişkiler içinde olmasını içine sindiremeyen ABD bugün de bir papaz için her şeyi yapıyor. Bereket ülkenin başında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan var. Gerçekleri görüp savunma sanayimizi millileştirme yolunda büyük mesafeler kat ediyoruz. Ancak ülke yönetimini elinde bulunduranlar bugüne kadar bir şeyi unutarak dış politika uyguladılar. Çıkar ilişkileri ülkeler arasında önemli hale gelmiştir. 80 milyon nüfuslu Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri her alanda mücadele ediyor. 50 yılda ben ABD ile ne krizler gördüm. Bugün topyekûn birlik ve beraberlik içinde ABD’nin yaptırımlarına karşılık da verir. Yeni dünya politikasında yeri alır görüşündeyim. Bu konuya Milliyet Gazetesi köşe yazarı Sami Kohen de köşesinde yer vermiş. Sizlerle paylaşıyorum.

KRİZ DAHA ÇOK BÜYÜMEDEN…

Atak bu kez “yasama”dan (Kongre’den) değil, “yürütme”den (Beyaz Saray’dan) geldi...

Haftalar- dan beri ABD Senatosu’nda ve Temsilciler Meclisi’nde, çeşitli gerekçelerle, Türkiye’ye karşı bir takım ekonomik ve askeri yaptırımların hazırlıkları yapılıyordu. Senato’da Türkiye’ye F-35 askeri uçaklarının teslimatının ertelenmesine ilişkin bir tasarı kabul edilmişti. Meclis’te de ilgili komisyon, Türkiye’ye kredi ve mali destek olanaklarını askıya almayı öngören bir öneri benimsemişti...

Bunların Trump Yönetimi tarafından hayata geçirilip geçirilmeyeceği tartışılırken, önceki akşam Beyaz Saray’ın beklenmedik bir yaptırım haberi geldi. Bu kez konu, İzmir’deki Amerikalı rahip Andrew Brunson’un tutukluluğu ile ilgiliydi. Trump Yönetimi, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ü ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu bu olaydan sorumlu tutarak onları bir nevi kara listeye aldı.

İlk bakışta bu karar, pratikte anlamsız, saçma bir çıkış olarak görülebilir. Ama gerçekte bu davranışın sembolik ve siyasal önemi büyüktür. ABD bu kararla müttefiki Türkiye’yi kendi yöntemleriyle cezalandırmaya kalkıyor; bu hareketiyle Türk Hükümeti’ni açıkça karşısına alıyor, bunun olası sonuçlarını hiçe sayarak Türkiye’yi baskı altında tutmaya çalışıyor.

NASIL DOST?

Bu kararın diğer önemli yanı, şu sırada Türkiye’ye karşı bir tutum içinde bulunan Kongre’den değil, doğrudan Trump’dan ve onun yardımcılarından gelmesidir. Zaten bu rahip sorunu gündeme geldiğinden beri, Cumhur- başkanı Erdoğan’a ve Türkiye’ye sempati duyan Trump’ın “dost” imajı değişti, o da Evangelistlere hoş görünmek, Kasım ayındaki ara seçimlere şimdiden siyasi yatırım yapmak için tutumunu ve üslubunu sertleştirdi.

Bu yaptırım kararı, Türkiye-ABD ilişkilerinde ortaya çıkan ilk kriz değil. Bu ilişkiler 1970’lerden bu yana inişli çıkışlı bir seyir izledi.

Açıkçası iki-üç yıldır Ankara ile Washington arasında çıkan birçok uyuşmazlık yüzünden bir gerginlik ve güvensizlik dönemi yaşıyor.

UZLAŞMA FIRSATI

Bununla beraber her iki başkentte şimdiye kadar bağları koparmamak ve anlaşmazlıkları diyalog ile çözmek için bir istek ve kararlılık hâkim olmuştur. Çünkü iki tarafın da açıkçası birbirine ihtiyacı vardır ve bu vazgeçilmezlik fikri, krizlerin daha da tırmanmasını önlemektedir.

Şimdiki kriz nasıl gelişecek? Gerginlik karşılıklı misillemelerle ve sert beyanlarla daha da mı artacak, yoksa soğukkanlı bir kriz yönetimiyle uzlaşma sağlanabilecek mi?

Türk tarafının bu son olayda duygusal reflekslerle hareket etmek yerine, serinkanlılıkla, rasyonel bir tavır sergilediği görülüyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Singapur’da Amerikalı mevkidaşı ile yapması beklenen görüşmenin bu kez bir uzlaşma sağlaması umudu var.

Yani krizin daha da büyümemesi için bu fırsatı kaçırmamak, iki tarafın da yararınadır...