İçselleştirilmeyen geçmişin, geleceği esir oldu… Parçalara ayrılmak için bütünlükle çatıştık.

Bir hiçlik uğruna varlığı çoğalttık, ancak varlık arttıkça anlamı soldu. Görgüsüzleştik... Her birimizi ibretle kurban eden kontrolsüz korkunun muamelesiyle karşı karşıya kaldık.

Etrafını sardığında gerçekle baş başasın. Hayatındaki insanlar, işin, keyif aldığın şeyler… Bir önemi kalmıyor. Verilen yaşam mücadelesi ve savaştığın her şey, “Ben neden bu kadar çaba harcıyorum?” diye sorgulamana sebep oluyor. Ama karşındaki kocaman bir duvar… Duvar ne yazık ki cevap vermiyor.

**

Her şeyi yıktıktan sonra geriye sadece bir hiç kalıyor. Büyük, bilinen ve bilinmeyen boşluğun içinde, uzaya benzemeyen ve belirsiz çukurlarla dolu bir alan. Bu uzayı ve çukurları oluşturan kişi, içine koyulan her şeyin zerrelerine kadar ayıran yine kendimiziz.

Sartre şöyle der; insan kendi varlığını yaratan bir varlıktır, gerçekleştirdiği eylemlerle var olur ve hayatı bu eylemlerden ibarettir. Evet, bizi eylemlerimiz var ediyor. Zaman zaman yaptığımız eylemler yüzünden de hayatımız aniden tepetaklak olabiliyor… Bundan dolayı çaresiz kalabilir ve belirsizlik içinde kıvranabiliriz.

**

Latin komedya yazarı Terentius’un çok sevdiğim bir vecizesi işte böyle durumlarda aklıma geliyor: “Homo sum humani nihil a me alienum puto”

“Ben bir insanım ve insana dair hiçbir şey bana yabancı değil” anlamına geliyor.

Bu yüzden kötü anlarınızda bunu unutmayın… İnsanız ve her şey insana dair!