28 Kasım günü 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’in Adalet Partisine genel başkan oluşunun 68. Yıl dönümüydü. 28 Kasım 1964 tarihi aynı zamanda Türkiye’de o tarihe kadar çok adayla demokratik usullerle bir siyasi partinin genel başkanının seçildiği ilk kongredir. Demirel, genel başkan Ragıp Gümüşpala’nın vefatından sonra 6 ayı aşkın bir süre genel başkanlığı üstlenen merhum Sadettin Bilgiç’e karşı mutlak bir üstünlük kurarak seçimi kazanmıştır. Demirel’in oyları Bilgiç ve diğer adayların toplamından da fazlaydı. Bir yıl sonra %52.7 ile seçimi kazandı ve başbakan oldu. Onun bu rekoru henüz kırılamadı.

Yazımın başlığını Demirel’i anlamak, Demirel’i sağlığında halk çok iyi anladığı halde bazı elitler ve entelektüeller anlayamamıştır. Birçoğu ise ölümünden sonra onu anlayabilmişler ve arar olmuşlar hatta bazıları ardından özür bile dilemişlerdir.

28 Kasım günü altılı masa müttefikleri Demokrat Parti’nin ev sahipliğinde bir araya gelmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği hakkında somut görüşlerini de ortaya koymuşlardır. Bugün bile hala Demirel’i anlamakta aciz kalan kimileri, DP’nin %1’in altında oy oranına sahip olduğu gerekçesiyle 6’lı masada yer almaması gerektiğini söylemeye cüret edebilmektedirler. Bu elbette bu algı yoksunlarının kendi fikridir ama bunların bilmediği şey rahmetli Ecevit’in de söylediği gibi siyasal üstünlüğün sayısal üstünlükten daha önemli olduğudur. O Ecevit ki; 1946’dan sonra CHP’yi birinci parti konumuna getirmiş ilk ve son liderdir. 6’lı masanın anayasa taslağına baktığımızda ise merhum Demirel’in 80 sonrasında savunduğu fikirlerin izlerini ve merkez sağın kapsayıcı ve kucaklayıcılığını görürsünüz.

Evet! Belki DP’nin bugün için sayısal üstünlüğü yoktur ama hem iktidarda hem de muhalefette temel fikirleri taklit edilmeye ve yol göstermeye devam etmektedir. Bir başka deyişle nicelik olmasa da nitelik, eskilerin deyimiyle kemiyet olmasa da keyfiyet yerindedir. Tabanı da yerindedir. Sayın Kılıçdaroğlu kendi partisinde bile eleştirilmeyi göze alarak merkez sağ siyasete açılmış, DYP’li ve sağcı siyasetçileri meclise taşımış, Menderes ve arkadaşlarının anıt mezarlarını ziyaret etmiş, 27 Mayısın hata olduğunu kabullenmiştir. Sayın Akşenener ve hatta kısmen diğerleri de merkez sağ politikaları benimsediklerini ileri sürmektedirler.

Demirel’i anlamayanlar sadece darbeci zihniyetten ve DP düşmanlığından bir türlü vaz geçemeyen bazı entel, danteller, ırkçı faşistler, yetmez ama evetçilerden ibaret değildir, kendi partisinde bile vardır. Ne yazık ki; hayatlarında tek bir kez bile DYP, DP’ye oy vermemiş bu devşirmeler el üstünde tutulup parti üst yönetimine kadar yükselmişler ve parti sözcülüğüne soyunmuşlarsa ve hala %1 üzerine çıkamıyorsa bence sorunu burada aramak gerekir.

Merhum Demirel’in AP’ne genel başkan seçilmesinin yıl dönümünde tarihe not düşmek adına 1964 yılı sonbaharında cereyan eden bir hadiseyi de naklederek yazıma son vermek istiyorum.

Rahmetli babam Kayseri ceza evinden tahliye olduktan sonra Manisa’da avukatlığa başlamıştı. AP Gençlik kolları genel başkanvekili merhum Önol Şakar da Manisa’ya dönmüş hemen babamın yazıhanesinin yanı başında Av. Şaban Alpay ile ortak büro açmışlardı. Önol bey AP il kongresinde il başkanı Rifat Canuyar’la girdikleri kıyasıya mücadele sonunda İl başkanlığına seçilmişti.

Ben ve abim tatil günlerinde yazıhaneye gitmeyi severdik. O gün bıyıkları yeni terlemiş genç il başkanı Önol Şakar ile yılların deneyimli İzmir il başkanı Mehmet Karaoğlu geldiler. Önol bey nazik bir dille “Atıf abi mümkünse yalnız olarak size danışmak istiyoruz” dedi. Babam da katibi Mehmet amcayı hemen adliyeye yolladı. Karaoğlu abim ve bana bakıyor, adeta çocuklar da gitsin demek istiyordu. Babam gülerek “onlar Yassıada ve Kayseri koridorlarında staj gördüler kalabilirler, mahzuru yoktur “dedi. Bu sözü beni çok etkiledi adam yerine konduğumu hissettim. Henüz 10 yaşımda olmama rağmen can kulağıyla konuşulanları dinledim.

Konuklar, İzmir’de toplantı yaptıklarını ve tüm Ege vilayetleri ortak hareket etme kararı aldıklarını söyleyerek babamın görüşünü sordular. Babam 9-10 vilayetin ortak hareket edebilmesi için mutlaka prensipte mutabık olmaları gerektiğini söyleyerek bunu bilirse daha kolay yardımcı olabileceğini söyledi. Evet! Prensipte mutabıktılar, teşkilatlarını kuran, kongrelerini bizzat yapan, Önol beyin yetişmesinde emeği olan Sadettin Bilgiç’ten yanaydılar. Babam gayet açık sözlülükle “Eğer AP’ne genel başkan seçecek olsaydınız ben de sizinle beraber Bilgiç derdim ama siz genel başkan değil Türkiye’ye başbakan seçeceksiniz” diyerek başbakanda olması gereken vasıfları saydı. Karaoğlu “Nereden bulalım böyle birini Menderes’i mezardan mı kaldıralım” diye yanıtladı. Cevap çok netti: “Süleyman Demirel var”.

Önce buz gibi hava esti sonra “biz onu en yüksek oyla GİK’e seçtik, parti taşlanınca o şapkasını aldı gitti” cevabı geldi. Babam ise onun istifa beyanını okumadıklarını, okudularsa da anlamamış olabileceklerini söyleyerek o beyanat hem hükümete, askere, güvenlik güçlerine, yargıya, üniversitelere hem de basına topyekun bir protesto içeriyor diye bitirdi sözünü. Karaoğlu gülerek verdi cevabını “Atıf bey, benim 60, Önol’un 30 delegesi var Ege olarak 300 üzerinde delegemiz var biz oy vermezsek nasıl seçilecek?” Babam buna bir soruyla cevap verdi: “delegenin oyu cebinizde mi?” devamla Karaoğlu’nun 60 kişiyle gidip 6 kişiyle dönebileceğini, Şakar’ın ise 30 kişiyle gidip 3 kişiyle dönebileceğini hatırlattı.

Gerçekten de babamın dediği çıktı merhum Önol Şakar Manisa’ya merhum Mustafa Çapra ve merhum Kazım Kayadipli ile döndü. Yıllar sonra bir seçim gezisinde Kırkağaç’ta Hacı abiyle sohbet ederken bu olayı hatırlatarak sordum. Güldü! Sonra kulağıma eğilerek fısıldadı: “Çapra’yı bilmem ama ben Demirel’e oy verdim, Önol’u oğlum gibi severim mahzun kalmasın diye beraber döndük, aman söyleme üzülür” deyiverdi.

Kıssadan hisse!.. Delegenin oyu kimsenin cebinde olmadığı gibi seçmenin oyu hiç değildir. Öyle, ceketimi koysam kazanır dönemi çoktan kapanmıştır. Altılı masanın hata yapma lüksü yoktur, bütün milletin vebalini taşırlar. Öyle ulu orta yok şu kazanamaz, bu kazanamaz diye abuk sabuk konuşmak da, kulak çekme sözleri de, yüksek perdeden konuşmak da abesle iştigaldir. Partilerde bağlayıcı söz söylemek genel başkanlara özgüdür. Genel başkanları bypass edip başka partinin genel başkanını savunmak da, övmek de, lehinde veya aleyhinde konuşmak da hadsizliktir. Herkes haddini bilecek ortada fol yok yumurta yokken bunları tartışmak da yersizdir, rakibin eline koz vermektir. Eh Demirel’i anlamak dedik, öyleyse onun sözüyle bitirelim: “Doğmamış çocuğa don biçilmez”. Öyleyse haddinizi bilin, susun oturun genel başkanlarınızın kararını bekleyin.

Kalın sağlıcakla…