Gençlik; bir ülkenin hazinesi, değişimin ve geleceğin mimarı, yarının teminatıdır. Gençlik; Mustafa Kemal Atatürk’ün bin bir zorluklarla kurduğu bu ülkenin üzerine inşa edilen tüm değerleri koruyup yaşatacak olan bir güçtür. TDK’ye göre ise ‘’İnsan hayatının ergenlikle orta yaş arasındaki dönem.’’ olarak adlandırılan bir dönemdir gençlik.

İçinden geçtiğimiz zorlu süreçte, hepimiz gençliğe dair bu anlamlandırmaları geri plana atıyoruz. Çünkü değişen ve küreselleşen çağda konfor alanlarımız, bu çağ ile ters düşüyor. Bu noktada da yukarıda bahsedilen anlamlandırmalar ‘‘hayat telaşı’’ dediğimiz şeyin içine çok erken yaşta giren biz gençler için ne yazık ki birkaç cümleden öteye geçemiyor.

Türkiye’de 18 yaşında üniversite sıralarına oturan ve hayallerinin peşinden koşacak gücü olan gençler artık umutsuz. Çünkü eğitim sistemi gittikçe kötüleşiyor. Yetkili kişiler sürekli eğitim sistemini değiştiriyor, okulların özelleştirilmesini teşvik ediyorlar ve sınav sistemiyle bir oyuncakla oynar gibi oynuyorlar. Sürekli ‘‘iyi’’ olduğu vurgulanan ekonomi, nitelikli olmayan eğitim ve katlanarak artan işsizlik sorunu gençlerin sırtında artık bir yük.

Hayatının en güzel yıllarında olan biz gençler kendimizi sıkışmış, bunalmış ve endişeli hissediyoruz. Nitekim de son yıllarda yapılan araştırmalara göre Türkiye’de yaşayan eğitimli, eğitimsiz; çalışan veya işsiz fark etmeksizin bütün gençlerin ortak paydası: “Gelecek kaygısı.”

Gençlerin sırasıyla yaşaması gereken güzel kavramları var: Eğitim, sosyalleşme, bireyselleşme gibi… Ancak çağımıza baktığımız zaman sırtında taşımaması gereken bir sürü yük var biz gençlerin. Kaygı düzeyi gittikçe artmaya devam ediyor. Zamanla da kaygı kavramı yerini korkuya bırakıyor. Bu korkulardan biri de iş hayatı… Gençler artık ‘’Ne iş olsa yaparım.’’ demek zorunda kalıyorlar. Gelecekteki hedeflerden bahsedemiyoruz bile. Biz gençlere ‘‘Gelecekle ilgili bir şey söyle.’’ derseniz, ben size umutsuzluk diye haykırabilirim. ‘’Gelecekte ne yapacağız? Ekonomik açıdan rahat olabilecek miyiz?’’ gibi sorularla boğuşmaktayız ve bu durum  bizleri çıkmaza sürüklemekte. Yani Türkiye’de yaşayan gençlerin peşini geleceksizlik bırakmıyor ve güvencesizlik ürkütüyor.

Peki, biz gençlerin kaygısını derinleştiren sadece ekonomi veya eğitim mi? Tabii ki hayır. Bunların dışında başka unsurlarda var. Örneğin örgütlü bir mücadelenin var olmayışı ve politikaların yetersizliği… Bu durum biz gençleri yöneticilerin adaletsiz ve keyfi uygulamalarına karşı yalnız bırakmaktadır.

Biz gençler sesimizi duyurabilmek için el birliği ile mücadelemizi güçlendirmeliyiz. Türkiye’de yaşayan her genç, yasalarla korunan temel haklarını ve bu haklar için nasıl mücadele edeceğini bilmelidir.  Geçmiş yıllardan beri siyasi mekanizmaların, ileri düzey koltuklarında yaşlı kuşakları görüyoruz. Gençler hakkında gençler değil, ne yazık ki yaşlı bir kuşak konuşuyor.  Bundan dolayı artık bu düzen değişmelidir. Gençleri temsil edecek kişi yine gençler olmalıdır.

Bizler, yukarıda bahsettiğim gibi tüm bu umutsuzluğun ve tüm çaresizliğin içerisinde bile en iyi çözümü kendimizce biliyoruz. Çünkü çok uzun yıllar önce bize bir kişi seslenmişti. İşte böyle çaresiz hissettiğimiz zamanlarda akla gelebilecek en değerli kişinin çok değerli sözleri yankılanıyor kulaklarımızda: “Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.” diyen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri. Bu sözler hala bizleri yüreklendirmeye yetiyor.

Evet, belki zorlu süreç bizi yıpratıyor ancak çaresiz hissettiğimiz zamanlarda tutunabileceğimiz bir Mustafa Kemal’imiz olduğu gerçeğini de değiştirmiyor.

İşe giderken, sosyal medyada vakit geçirirken, evde televizyon izlerken hatta uyumaya çalışırken bile kaygı ile gündemi takip ediyoruz. Seneler boyu aldığımız eğitimin bizleri bir yere getirmesi gerekirken artık liyakatsizliğin ve torpilin olduğu adaletsiz bir düzenin içindeyiz. Bu olumsuzluklara birçok şey eklenebilir. Ama biz bütün bu olumsuzluklara rağmen pes edersek Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerine ihanet etmiş olmayacak mıyız? Liyakati, emeği ve adaleti ile bu ülkenin kurtuluş parolası yapmış birinin emeğine, bizler böyle mi sahip çıkacağız? Bizden sonraki genç kuşaklara bunun hesabını nasıl veririz? Şimdiki koltuk sahiplerinden ne farkımız kalır?

Umutsuzluğu üzerimizden atarak, haksızlıklara karşı haklı olan öfkemizle mücadelemizin kaderini değiştirmenin yollarını biz bulacağız. Demeliyiz ki; ‘’Biz gençler olarak buradayız ve geleceğimizden vazgeçmiyoruz.’’ Tüm gençler adına Nazım Hikmet’in bir dizesini paylaşmak istiyorum:

“İnanın inanın çocuklar

Güzel günler göreceğiz

Güneşli günler”