Manda ve himaye nasıl reddedildi?


Heyeti Umumiye Sivas Sultânîsi’nde çalışmalarına başladı. Bir hafta boyunca Gazi Paşa başkanlığında kurtuluşun tayini için çalışmalar yürütülen kongrede, 8 - 9 Eylül 1919 tarihlerine damgasını vuran tartışma ise mandaterlik meselesi olacaktı.

Bu tartışma gazetelerde de yer buluyor; kongre toplanana kadar İstiklal, Vakit, İleri gibi gazeteler Amerikan mandaterliğini; Peyam, Sabah, Alemdar, Yeni İstanbul gazeteleri İngiltere mandaterliğini; İkdam, Tasvir-i Efkar, ve Zaman gazeteleri tam bağımsızlığı savunuyordu.

Zaman gazetesinde Vatan Mefhumu adlı başyazısında Yahya Kemal şu sözlerle manda yanlıları ile alay edecekti:

“Bu şehre girmek için Fatih’in her topuna doksan manda koşmuştuk. Şimdi koca saltanatı bir mandaya değişeceğiz…”

Anadolu'daki aydın ve idareciler ile Türk halkının tamamına yakını bağımsızlık düşüncesiyle hareket ederken, İstanbul’daki aydınların mandaterlik üzerine yayın yapmaları kongreyi de bu yönde etkileyecekti.

Peki, aydınlar nasıl bir manda yönetimi istiyordu? Manda meselesiyle ilgili İsmail Hami Bey'e hazırlanması görevi verilen muhtırada mandaterliğin sınırları şu şekilde çiziliyordu:


"Bir manda komisyonu teşkili
Mandada milliyet esasının kabulü
Devletin tarafsızlığının temini
Rum ve Ermeni asıllı Amerikalılara Türkiye’de vazife verilmemesi
Devletin haricen temsil hakkının bekası
Türkiye’nin Cemiyet-i Akvam’a girmesinin sebeplerinin hazırlanması"
Aydınların istediği hususlar, herhangi bir mandater devlet tarafından kabulü mümkün görünmeyen maddeler içeriyordu. Yani mandaterlik tartışması da tam bağımsızlığı ciddi oranda tehdit eden bir mahiyet içermiyor, özellikle Halide Edip Gazi Mustafa Kemal’i bu maddelerle ikna etmeye çalışıyordu.Herhangi bir ülkenin garantörlüğü ile yumuşak geçiş sağlayacaklarını düşünüyorlardı.

Rauf Bey Amerikan Senatosu'na bir mektup yazılmasını teklif etmiş, kongre bu teklifi kabul etmişti. Ancak yine de tutanaklara da yansıyan manda tartışmaları, Mustafa Kemal’in de konuşmaları kesmemesi nedeniyle oldukça uzamıştı. Tarihler 9 Eylül’ü gösterecek; İstanbul’dan gelen Tıbbiyeli Hikmet Bey manda tartışmalarının arasında ayağa kalkarak, yüksek sesle ve Mustafa Kemal’e hitaben şu ifadeleri dile getirecekti:

“Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya İstiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle ret  ederiz. Mandayı kabul eden herkesi vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz.”

Tıbbiyeli Hikmet Bey, okullarını karargah olarak kullanan İngiliz müstevli subaylarına karşı Mustafa Kemal’in önderliğini yaptığı direnişe selam göndermek için 14 Mart’ta Tıbbiye-i Şahane’nin iki kulesinin arasına dev bir Türk bayrağı asacak kadar cesur bir gençti.

Hikmet Bey'in bu çıkışı karşısında hararetli tartışmalarla ısınan kongre salonu buz kesti. Sivas Sultanisinin yüksek duvarları, Mustafa Kemal’in sessizliği delen sözleriyle yankılandı:


“Arkadaşlar, gençliğe bakın! Türk milli bünyesindeki özgürlük ateşinin ifadesine dikkat edin! Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: ‘Ya İstiklal, ya ölüm’!”

İngiliz kuvvetlerine karşı bayrak asarak 14 Mart’ın her yıl tıp bayramı olarak kutlanılmasına neden olan tıbbiyeli genç, Sivas kongresinin en hayati kararlarından birinin alınmasına vesile olmuş ve böylelikle manda ve himaye tartışmaları kongre nezdinde sona ermişti.

Amerikan mandaterliği ile işgal sürecinin atlatılmasını teklif eden yirmi beş delegenin hazırladığı muhtıra sert muhalefetle karşılaşmış ve kongrede ret görmüştü. Muhalefet edenler milletin, kendi kendisini idare edebilecek duruma gelinceye kadar, Milletler Cemiyeti gözetiminde başka bir devlet tarafından yönetilmesi meselesini kat’i bir dille reddediyor, bu durumu düşmana ülkenin elleriyle teslim etmesi olarak görüyordu.

Kongrede söz alanlardan anladığımız üzere, tutanaklara göre Vasıf Bey, İsmail Hami, Bekir Sami Bey, İsmail Fazıl Paşa ve Refet Bele toplantıda mandaterliği savunan isimlerdi. Tam bağımsızlığın mümkün olabileceğine inanmıyorlardı. Ülkenin topyekûn düşman elinde parçalanmasının yerine, bir devletin manda ve himayesinde kalmasını ehven-i şer olarak sayıyorlardı.
Peki mandaterlik meselesi Mustafa Kemal için Kongre'de kapanmış mıydı?
Mevcut durum iç karartıcıydı ve kongrede yüksek sesle manda üzerine olumlu cümleler kurmak topyekûn bir kurtuluş umudunu örseleyebilirdi. Fakat ülkenin önde gelen aydınları, özellikle Amerikan mandaterliği meselesinin üzerinde ciddiyetle duruyorlardı.



Hatay’ın Türkiye’ye ilhakında önemli bir rol üstlenen Hatay Devlet Başkanı ve eski milletvekili Tayfur Sökmen, Mustafa Kemal ile Harbord’un görüşmesini şu cümlelerle anlatacaktı:

“1919 senesinin yazı… Mustafa Kemal, memleketin düşman tarafından işgal edilmiş kısımlarını kurtarmak için vatanın her bucağından davet ettiği delegelerin katılımıyla Erzurum ve Sivas kongrelerini yapıp, Misak-i Milli sınırlarını çizmiş, diğer işlere geçmiş.

Bu sırada milli hareketin mahiyetini incelemek üzere Türkiye’ye gelmiş olan Amerikalı General Harbord, Sivas’a gelerek Mustafa Kemal ile bir görüşme gerçekleştiriyor.Okullar tatil olduğundan Mustafa Kemal o sene Rauf Orbay’la birlikte İdadi Mektebinde ikamet ediyor, Mustafa Kemal ‘de generali bu mektepte kabul ediyor.

General Atatürk’e “Ne yapmak istiyorsunuz” diye soruyor. Atatürk şu cevabı veriyor:

“İstediğimiz, memleketi düşman işgal ve istilasından kurtardıktan sonra müstakil, medeni bir Türk devleti kurup insanca yaşamaktır.”


Bu cevap karşısında general şöyle konuşuyor:

-Bu istek hayal, yapacağınız hareket ise yararsızdır. Çünkü müttefikiniz olan Almanya, Avusturya, Bulgaristan çökmüş, teslim olmuş, memleketinizin birçok mühim yerleri İtilaf Devletleri tarafından işgale uğramış, ordunuz dağılmış, ordunuzun silah ve mühimmatlarına işgalciler tarafından el konulmuş. Böyle bir vaziyette yapmak istediğiniz hareket ne askerlik kaidelerine ve ne de herhangi bir usule uymaz. Bu tamamen yanlıştır. İnsanların intihar ettiklerini görüyor ve okuyoruz ama milletlerin intihar ettikleri vaki değildir.”

Bu sözler, Mustafa Kemal üzerinde derin bir tesir bırakıyor ve mühim karar vereceği zaman takındığı kendisine has bir tavırla söze başlayıp şöyle cevap veriyor:

-Evet! Generalin dedikleri doğrudur, müttefiklerimiz çökmüş ve teslim olmuş. Vatanımızın birçok mühim yerleri işgal ve istila edilmiş. Silah ve mühimmatlarımız gasp olunmuş. Böyle bir vaziyette yapmak istediğimiz hareket ne askerlik kaidelerine sığar, ne de herhangi bir usule uyar. Ama bütün bunlara rağmen vatanımızı kurtarıp hür ve müstakil ve medeni bir Türkiye devleti kurarak insan gibi yaşayacağız. Şayet Muvaffak olamazsak, düşmanların avuçları içinde her gün birer parça can vermektense ecdadımıza yakışır şekilde dövüşerek can vermeyi tercih ederiz.”

Amerikalı General Harbord, görüşmeye ilişkin hazırladığı raporunda “Milli Müdaafa Partisi” olarak tanımladığı Türkiye’deki direniş hareketinin amacını şu cümlelerle kayıt altına alıyordu:

“Başkanı Mustafa Kemal’in de belirttiği üzere Milli Müdaafa Partisi'nin amacı, tercihen Amerika olmak üzere, gerekirse “menfaat düşünmeyen” tek bir manda altında sınırları doğru bir şekilde muhafaza etmektir.”

General Harbord da raporunda Mustafa Kemal’in anladığı “manda ve yardımın” ekonomik boyutta olduğunu belirtiyor, Türklerin himayeye alınması durumunda hiçbir şekilde hakimiyetlerine dokundurmayacaklarını kaydediyordu.

Kimi telgraf ve yabancı kayıtlar Mustafa Kemal’in manda ihtimalini değerlendirmiş olabileceğine işaret etse de, her olasılığı hesaba katmasını iyi bilen bir askeri zekanın aldığı netice de hesaba katıldığında Mustafa Kemal’in manda ve himayeden yana olmadığı açıkça görülebiliyor.


Yine Mustafa Kemal, General Harbord ile görüşerek stratejik hareket etmiş ve pek çok kazanım elde etmişti. Mandaterlik isteyen yol arkadaşlarının baskısını bu şekilde ekarte etmiş ve daha sonradan Sovyetlerden elde edeceği ekonomik yardımı Amerika’dan talep etmiş, İtilaf Devletlerinin dikkatini üzerine çekmişti.

Erzurum kararları yurt genelinde uygulandı
Dikkatlerini üzerine topladığı diğer bir grup ise İstanbul hükümetiydi. Gazi Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi'nden sonra alınacak kararların meşruiyetinin sağlanabilmesi için tüm illerden gelecek delegelerin katılacağı Sivas Kongresi’nin düzenlenmesini çok önemsiyordu. Ancak saltanat, devletin yetkilileri aracılığıyla baskı kuruyor ve Erzurum Kongresi'nden sonra yeni bir hamlenin gelmesine imkan vermek istemiyordu.

İşgal kuvvetlerinin esaret boyunduruğuna girmemek amacıyla millî vicdanın azim ve irâdesinden doğmuş yegane teşkilatlar olan milli cemiyetler Anadolu'nun dört bir yanında vatanı savunmak için ayağa kalkmıştı.

Gazi Paşa, yurt genelindeki tüm milli cemiyetleri bir araya getirmek ve bu şekilde salahiyetlerini güçlendirmek istiyordu. Erzurum Kongresi'nde Doğu illerini ilgilendiren kararların düzenlenerek yurt genelinde kabul edilmesini hedefliyordu. Heyet tarafından bu isteği kabul gördü ve Müdâfaa-i Hukuk cemiyetleri birleştirilerek Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş oldu.