Yıllar geçmiş görmeyeli Agob’u, Tayyar’ı Emeti’yi Hatçe nineyi Elif anayı Eşref amca nerede acaba şimdi? Agop bir yılı geçmiş öleli, Hatçe nine de üç ay olmuş, Bakkal Şükrü amcada çetelesi vardı mahallenin. Tayyar göçmüş kızı İstanbul’a gelin gidince. Sarkisyan da Sakız’a gitmiş akrabalarına, hatta evin anahtarını Bakkal Şükrü amcaya bırakmış dönerim belki diye.

Mahalle boşalmış sanki bizimkilerden başkası yok gibi. Arkadaşlarımdan Kula’da kalan Ali ile Murtaza vardı ha bir de Hakkı. Onları yarın görürüm dedim anama, Emeti de evlenmiş. Çocukken halasının oğluna vermek için çok uğraşmıştı anası, iki sokak üstümüzde oturuyordu halaları, evlendirdiler ama çocukları ilkokul çağındayken boşanmış, kocası halasının oğlu Bekir İzmir’e gitmiş çalışmaya inşaatlarda marangozluk yapıyormuş amcasının yanında. Emeti de iki çocukla dul kalmış anasıyla oturuyormuş ama bizim sokaktan taşınmışlar Gölde’ye.

Zafer okulu geldi aklıma koca bahçesinin içinde yüksek otların arasında kokar ağaçları vardı korkardık oralara gitmeyi büyükler hep o ağaçların oraya gider gizli gizli sigara içerlerdi teneffüste. Şimdi hatırlıyorum da öğretmenler kadardı abi dediklerimiz. Kilisenin hemen yanında çok büyük bir ev vardı yüksek bahçe duvarı göstermezdi içersini hapishane yapmışlardı ben daha okula gitmeden. Köşesinde ki evin hayatından gözüküyordu içi, içerde ki mahkumlar. Az ötede ki Küçük Kilise’nin çatısı çökmüş Agob’un babası bizim Ali’nin marangoz olan dayısı ile beraber çalışıp onarmışlardı. Küçük Kilise’nin çanı çaldığında hatırlarım hep, anam uyumazsanız zangoca vereceğim der gündüz uykularına yatırırdı bizi.

Yaz tatillerinde dar sokaklarda sopalara ata biner gibi bacak aralarımıza koyar dört dönerdik Eski Cami’nin etrafında ki sokaklarda en çok Emeti’lerin sokakta oynardık dar saçakları üst üste binmiş kafesli evlerine dikerdim hep gözlerimi. Agop’ların beyaz mermer basamaklarında beş taş oynardık, ikindi vakti eski caminin Arif hocası ezanı bitirince anası kapı sahanlığına çağırır tepsi içinde taze yaptığı böreklerden bize yedirirdi. Maria teyze çok severdi beni çocuğu gibiydim anam anlatırdı beni, anamın sütü erken kesilince emzirmiş Agop’la süt kardeşliğimiz ondandı. İki ev ötemize yeni bir ev yapılmaya başlanmıştı. At arabası ile toprak getirdiler samanla karıştırıp çamur yaptılar örttüler üstünü sonra kazdıkları çukura karataştan duvar örmeye başladılar bazı günler Rum ustaymış o gelirdi çalışmaya, işleri tarif ederdi ara sıra. Babam onun çok dürüst biri olduğunu söylemişti. Hakikaten çok çalışır en son o ayrılırdı inşaattan.

Ağaçlar getirdiler, kiminin elinde keser, yontu bıçağı, kimi balta ile ağaçları yonttular. Marangoz ustası rende törpü tahtalara şekil vermeye başladı. Bizim evde de aynı tahtalardan vardı saçaklara dayalı yuvarlak ayaklar. Hayatta ki korkuluklar ile merdiven küpeştesinin ha bir de küpeştenin başlangıcı ile işlemeli tavanın orta yerine çakılan nar kafasını işlerdi marangoz Hamdi amca, Ekin Pazarında ki dükkanında yapıyordu bunları, hazır. Her ev yapan usta ondan alır çakardı. Hamdi amcaya talaş almak için çok giderdim, bahçede teneke ocakta talaşı yakar çamaşır suyu kaynatırdı annem.

Yıllar sonra ikinci gelişim bu; Kula’ya memleketime, sokağımıza, evimize. Ev harap olmuş yıkılmış yarısı. Abime kalmıştı ben Almanya’ya gidince rahmetliden sonra o kullanıyordu o da rahmetli olunca yengem Menye’ye yerleşmiş, çocukları da yoktu, ev kaderine terk edilmiş. Komşular bir iki söylemişler “yıkılacak gelin onarın” diye, yengem bi başına nasıl yapacak. Şimdi üzüldüm işte keşki arada bi gelip yoklasaydım buraları, evi, tanıdıklarımı, arkadaşlarımı, gurbet işte bugün yarın derken bir hayli zaman geçti...

Duydum da Manisalı bi mimar dolaşıyormuş buralarda, eski evlere giriyormuş bir bir her evden çıkışında hayıflanıyor dönüp dönüp bir daha bakıyormuş sokaktan; saçağına, kapısına, duvarına, ne arıyorsa? "Onaralım bunları yaşatalım diyormuş."

Agob'u, Tayyar'ı, Emeti'yi, Hatçaba'yı koyabilir misin içine? Çağırabilir misin, gidenleri, göçenleri, bakkal Şükrü amcayı? Yaşamak buydu, bu dar sokaklarda, bu evlerde. Evlerin sıcaklığını, sokakların yumuşaklığını, açabilir misin kilitli kapıların mandallarını, kafesini, nefesini, evden eve seslenişlerini, duyabilir misin? Sen bunları buraları, bilir misin?

Dolaştım boş kayrak kaplı sokağımızda düşüncelerim alabildiğine,

Cuma selası okunurken namaza girdim Eski Cami'ye.

Cuma vakti belki görürüm bir kaç tanıdık diye,

Ne gezer, kimse yok tanıdık, yabancı olmuşum mahalleme,

Çıktım namazdan üzgün, seslenemedim hiç kimseye.

Son bir kez daha baktım yıkık evimize,

Çocukluğumun yitik hayallerine...