Bugün Türkiye'de iki konu var; biri, 1 Kasım'daki seçim, diğeri de 7 Haziran seçimlerinden sonra çözüm sürecini rafa koyup PKK terörü ile mücadele edilmesi. Güneydoğu'da, karanlık güçlerin aklına hizmet ederek özerklik ilanı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne silah doğrultma cesaretini gösteren PKK'nın yarattığı kaosla karşı karşıyayız. İşin içine siyaset alet edilip gerçeklerden uzaklaşarak, bugünkü PKK saldırılarını ve şehitlerimizin sorumlusu olarak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu göstermeye çalışan bir gündemle baş başayız. Yaşananlarda paylarının olduğu veya olmadığıyla ilgili saatlerce sürecek tartışmaları yapmaya hazırım. Ancak bu, bugün Güneydoğu'da Devlet'in verdiği otoriteyi kurma mücadelesine bir fayda sağlamaz.
ÖZAL'IN NASİHATI HALA KULAĞIMDA
Rahmetli Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal'ı Manisa'ya davet ettiğimde, Organize Sanayi Bölgesi (OSB) Lokali'nde düzenlenen gazetecilere ödül töreninde, yanılmıyorsam 1992 yılında Özal, Irak Körfezi'yle ilgili olarak bir buçuk saate yakın konuşma yapmıştı. Dikkatle izleyenler arasındaydım. Sonra baş başa olduğumuzda da çeşitli konularda aramızda konuşmuştuk. Özal, o gün bana, "Gençlere tarihimizi okutmalıyız, yeni neslin ülkenin gerçek problemlerini bilmesi gerekir" demişti. Rahmetli Özal bugünleri görür gibi bir değerlendirme yapmıştı. Kürt Sorunu'nun çözülmesi gerektiğine de değinmişti.
ERDOĞAN DA AYNI YOLDAN GİTTİ
Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlığı sürecinde bu sorunu çözmek için elinden geleni yapmaya çalıştı. Güneydoğu'da Devlet otoritesini yumuşatarak PKK'nın silahlara veda edeceğine kendini ve kamuoyunu inandırmaya çalıştı. 7 Haziran seçimlerinde sorunları parlamentoda dile getirerek 80 Milletvekiline sahip olmalarına rağmen, onlar Türk Devleti ile mücadele ederek özerklik macerasına kendilerini kaptırdılar, tarihten hiç ders almadan. Tabi ne Amerika, ne İngiltere, ne de Avrupa ülkelerinin, ‘Güçlü Bir Türkiye' istememelerinin fırsatını lehlerine çevirebileceklerini düşünüyorlardı. Oysa, bunda başarılı olamayacakları tarihte yazıyor. Ülkemize acı ve ızdırap veren, her alanda büyümemizi engelleyen bu terörün bugünün sorunu olmadığını, 1970 yılından sonra doğanların bilmesi için tarih okumaları gerekiyor.
Gazeteciliğe ilk başladığım Yeni Asır Gazetesi'nde tanıdığım, büyüğüm, tecrübe yüklü Erkin Usman'ın dün köşesinde kaleme aldığı ‘Güçlü Türkiye İstemiyorlar' başlıklı yazısındaki değerlendirmesinin bugünlere ışık tutacağı görüşüyle, noktasına, virgülüne dokunmadan sizlerle paylaşıyorum. Okuma fırsatınız olursa, bazı gerçekleri öğrenmiş olursunuz diye düşünüyorum.
Kalın sağlıcakla.
GÜÇLÜ TÜRKİYE İSTEMİYORLAR / Erkin USMAN
Kim bunlar? Cevabı aşağıda...
1970'lerin ilk yıllarında, özellikle Ankara ve İstanbul'da binaların duvarlarına renkli fırçalarla "Kurdara azadi..." yazıldı.
Türkçesi: Kürtlere özgürlük...
Duvar yazıları ile başlayan bu hareket giderek büyüdü, bu iş özellikle Doğu ve Güneydoğu'da Türk devletinin temeline dinamit koyma eylemlerine kadar uzandı. Üzerine basa basa vurgulayalım...
Bu "vatan bölücülüğü" zaman içinde sadece üç-beş bölücü Kürd'ün işi olmaktan çıktı, uluslararası sistemin bir parçası oldu. "Kurdara azadi" ile yollara dökülenler, Türkiye'de Kürtlere özgürlük olmadığını iddia bağırıp çağırıyorlardı ama; bu topraklarda bir Kürt siyasetçinin cumhurbaşkanı olabildiğini unutuyordu. Bu ülkenin Millet Meclisi'nde pek çok Kürt milletvekili vardı. Belediye Başkanları arasında kürtler az değildi. Ve, bu fetvazlar akılları sıra gösteri peşindeydi.
***
Ve şimdi de bir yaşanmış öykü...
1970 yılların başlarında Viyana'daydık. Türkiye-Avusturya milli maçı için o ünlü Prater Stadı'nın yolunu tuttuk. Saruhan Ayber ile birlikte...
O maçı Krankl'ın attığı golle 1-0 kaybettik. Ve aynı günün akşamı Avusturya Spor Bakanının davetine de gittik. Bu toplantının sakin bir köşesinde Avusturyalı Bakan şöyle diyordu: "Avusturya'nın Türkiye ile bir sınırı yok. Aramızda üç-dört ülke var. O nedenle Türkiye ile aramızda bir sınır sorunu olamaz. Akaryakıt sorunu da öyle...
Bu cihetle bizden size ancak dostluk gelir. İşte bu aşamada size bir dost uyarısı...
Başbakanınızı (Demirel) çok takdir ediyoruz. Ama, ikide bir 80-90 milyonluk Türkiye'den bahsetmesin. Adamları ürkütmesin..."
Sorduk: Neden? Cevabı şöyle: "Bu Avrupa'nın öyle seksen-doksan milyonluk Türkiye'ye tahammülü yok. Bir yolunu bulup, sizi bölmeye çalışırlar. Bu yolda ellerinden geleni arkalarına koymazlar. Türkiye'de duvar yazıları ile başlatılan eylemlerin bir ucunda silah çıkacak. Sağ olursak görürüz. Onun için Başbakanınıza ulaşın ve uyarın."
***
Avusturyalı Spor Bakanının bu görüşlerini o yıllarda hem yazdım, hem de rahmetli Süleyman Demirel'e sundum. Demirel önce teşekkür etti ve sonra ekledi: "Sayın Bakan, Türkiye'deki düzeni Osmanlı'nın devamı zannediyor. Türkiye'de çok partili bir düzen olduğunu, Atatürk ilke inkilaplarının yürürlükte olduğunu pek bilmiyor olsa gerek. Ama yine de teşekkür ediyorum."