Adına ister çözüm süreci, barış süreci, ister açılım süreci ya da ne derseniz deyin, bana göre Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet geleneklerinin yerle yeksan edildiği süreç devlet aklıyla değil parti aklıyla alınmış bir karardı. Niyet belki halis olabilir ama kamuoyunun desteği alınmadan, muhalefet partileri ile istişare edilmeden, ortak akıl oluşturulmadan ve devlet gelenekleri göz ardı edilerek alınan kararlar ve yapılan icraatlar çok vahim hatta telafisi imkansız sonuçlar doğurmuştur. Halbuki eşkıya ile masaya oturulmadan, İmralı ile pazarlık edilmeden, çadır mahkemeleri kurdurup devlet gelenekleri ayaklar altına alınmadan, askerin, polisin, kamu yöneticilerinin elleri kolları bağlanmadan sadece Anayasamızdaki temel hak ve özgürlüklere, yurttaşlık haklarına, tarafsızlığa, adalete ve hukukun üstünlüğüne değer verilebilseydi ne çözüm süreci denen garabete ihtiyaç kalır ne de binlerce vatandaşın kaybına sebebiyet verilirdi.

            Ne yazık ki; çözüm süreci ya da benim ifademle çözülme süreci, huzur ve barışı sağlamadığı gibi iktidarın Doğu ve Güneydoğudan beklediği oy artışını da sağlamadı. Aksine terör örgütünün siyasi kanadını güçlendirdi. İktidar ortak aklı, Devlet aklını aramak yerine ısrarla kendi bildiğini okudu. Akil insanlar gurubu adı altında tuzu kurular, yandaş sanatçı ve gazeteciler, yetmez ama evetçiler, marjinaller, terör örgütlerine sempati besleyenlerden müteşekkil bir de heyet kurdu. Yoruma gerek yok sonuç ortadadır.

            Birkaç gün önce Gara’da 13 vatan evladı hunharca katledilerek şehit oldular. Olay 13 sivilin öldüğü şeklinde duyuruldu. Oysa daha o duyurunun yankıları gelmeden o şehitlerin 6 yıl önce yurdun muhtelif bölgelerinde tuzak kurularak alıkonulan ve Kuzey Irak’a kaçırılan Devlet görevlileri oldukları, isim ve görevleri belirtilerek ortaya çıktı ve Malatya Valisi tarafından açıklandı. İki gün sonra operasyonların bu vatan evlatlarını kurtarmak için yapıldığı ancak başarısız olunduğunun söylendiği iddia edildi.

            Bu vahim hadisenin çarpıtılarak sivil vatandaşlar olarak duyurulması, gerçeklerin ise asıl yetkililer tarafından değil de Malatya valisince açıklanması Devlet aklı değildir. Şehit anasının defin esnasında aranarak AKP kongresine bağlanması ise tam bir partizan akıldır. Sayın Cumhurbaşkanı 82 milyondan kimi arasa elbette görüşecektir ama şehit anasının kongreden arandığının söylenmediği yönünde beyanı olduğu iddiaları var. Eminim ki Sayın Cumhur Başkanının da defin esnasında telefon edildiğinden haberi yoktur. Bu akılları kim veriyorsa çok ayıp ediyor. Böyle hassas günlerde her şeyden önce Devlet aklına ihtiyacımız olduğu ve Sayın Cumhurbaşkanının da tarafsızlık yemini etmiş Devletimizin başı olduğunu danışmanları göz önünde tutmalıdırlar.

            Neyse ki Devlet Aklı gecikmeli de olsa birkaç gün sonra akıllara getirildi. Milli Savunma ve İçişleri Bakanları CHP ve İYİ Parti Genel Başkanlarını ziyaret ederek bilgilendirdiler. Mecliste de genel görüşme açıldı. Görüşmeler gergin geçse de hiç yoktan iyidir. Mecliste gurubu bulunan partiler dışında DP Genel Başkanı Gültekin Uysal gibi diğer partilere de söz hakkı verilmiş olması da güzeldi.

            Ortak akıl, Devlet aklı nedir? Önemi nedir? Gerekli midir? Bu sorular aklınıza geliyorsa yaşanmış bir olayı naklederek sizlere ışık tutmaya çalışayım.

            Süleyman Demirel henüz üç yıllık başbakandı, Yunanistan’da CIA güdümlü Papadopulos liderliğinde Albaylar Cuntası darbe yapmış ve yönetimi ele geçirmişti. ABD bunu fırsat bilerek Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliği sona erdirmek istiyordu. Başbakan Demirel ve Yunanistan Başbakanı Koallis Keşan ve Dedeağaç’ta bir araya geldiler. Koallis iki ülke arasında Kıbrıs sorunundan başka sorun olmadığını, adanın %80’inin Rum olduğunu Yunanistan’a bırakılması halinde sorunun ortadan kalkacağını iddia etti. Demirel müstehzi bir gülüşle cevap verdi, adanın Türkiye’ye 40 mil olduğunu, tarihin hiçbir döneminde Yunanistan toprağı olmadığını, mübadeleden sonra Türkiye’de kalan Rumların refah ve özgürlük içinde yaşadıklarını, oysa Batı Trakya’da yaşayan Türklerin zor durumda ve birçok haklardan yoksun olduğundan söz ederek adanın Türkiye’de kalması halinde sorunun ortadan kalkacağını söyledi. Havanda su dövüp dağıldılar. Yunanistan’da askeri rejim kural anlaşma falan tanımıyor. Adaya 12 bin asker gönderdiler, Boğazköy ve Geçitkale köylerine saldırdılar. Ortalık bir anda gerildi TBMM Demirel Hükümetine asker sevki konusunda yetki verdi, Bolu Komando Tugayı Mersin’e sevk edildi, teyakkuzda bekleniyor. Bu hareketlilik gözden kaçmıyor ve ABD sorunun diplomatik yoldan çözülmesini öneriyor. İşte tam bu esnada devlet aklı devreye giriyor. Genç Başbakan Demirel, yaşlı kurt İsmet Paşa’ya gidiyor ve görüşünü soruyor. İnönü Demirel’e “Bizim ordu deniz geçen bir harekat yapmamıştır, bunun için yeterli donanımımızın da olmadığını düşünüyorum, harekatın başarısızlığı Kıbrıs’ın kaybı demektir, onun için harekat emri vermeden çok dikkatli olmak gerekir” diyor. Askerlerin de görüşü aynıdır. Onlar da sadece iki adet çıkarma gemileri olduğunu, fazla paraşütleri olmadığından hava indirmede de zayıf kalınabileceğini, ancak ticaret gemilerinin kullanılabileceğini söylüyorlar. Bunun üzerine Demirel İhsan Sabri Çağlayangil’e 12 bin askerin geri çektirilmesi için ne gerekiyorsa yap diyor. Bu arada Jetlerimiz de ada üzerinde taciz uçuşları yapıyorlar.

            Çağlayangil’in yabancı diplomatlar üzerindeki otoritesi, diplomatik dehası, zekası ve konjonktürün de yardımıyla Amerikalıları, askerin hemen adadan çekilmemesi halinde harekata başlayacaklarına inandırıyor. Zira Yunanistan’daki CIA güdümlü hükümet Rusları da ürkütüyor ve adanın Yunanlıların elinde olmasını istemiyordu. Üstelik Yunanlılar Makarios’u da bypass etmiş EOKA lideri Grivas’la işbirliğindeydi. Ruslar bundan da rahatsızdılar. Bir taraftan jetlerimiz diğer taraftan Çağlayangil’in kıvrak bir zekayla, hissettirmeden Rus kozunu oynaması ABD’li diplomatları anında çözdü ve onların talimatıyla ertesi gün Yunan Hükümeti adadan çekilme anlaşmasını imzaladı.

            Demirel boş durmadı tersanelerimize talimat verdi, çıkarma gemileri inşa edildi. Dikimevleri paraşüt imal etti. Yedi yıl sonra bu kez merhum Ecevit Devlet aklı için Demirel’in kapısını çaldı. Demirel Başbakanlığında imalatlarına başlanıp TSK envanterine giren çıkarma gemileri ve diğer malzeme ve mühimmatın verdiği rahatlıkla Ecevit’e sadece kararlı olun arkanızdayız demekle yetindi.

            Türk milleti ve siyasetçilerimiz her zaman milli meselelerde birlik olmasını bilmişlerdir. Gene de olurlar. Hem Doğu Akdeniz’de hem Suriye ve Kuzey Irak’ta hem PKK ve FETÖ mücadelesinde hem başka meselelerde. Yeter ki iktidar öfke dilini, partizan aklı terk etsin Devlet aklını, ortak aklı arasın. İşte o zaman bir İnönü, Demirel, Ecevit, Erbakan olursunuz.

Kalın sağlıcakla…