Manisa… Sadece bereketli topraklarıyla değil, kültürel zenginliği ve doğal güzelliği ile en özel şehirlerden biri… Kentin Salihli ilçesi ise, tarih boyunca birçok önemli uygarlığa ev sahipliği yapmasının yanı sıra, doğanın sunduğu zengin bitki çeşitliliğiyle de ön plana çıkıyor.
Bu zenginliğin gizli hazinelerinden biri olan ve antik çağlardan beri Lidya Elması diye anılan kestane, tarih boyunca birçok medeniyetin sofralarını süslerken hem de bölgenin ekonomik yaşamına katkı sağladı.
Hadi gelin sizlerle biraz Lidya elmasını konuşalım…
Kestane Anadolu’ya Lidya uygarlığı ile birlikte girdi. Salihli’nin topraklarında, binlerce yıl önce en kaliteli kestaneler yetiştiriliyordu. Yüksek nişasta oranı sayesinde, adeta buğday gibi doyurucu bir besin olan kestane, antik çağda hem halkın hem kralların sofralarının baş tacıydı.
Yunanlılar ‘Lidya elması’ olarak bildikleri kestaneyi farklı coğrafyalara taşıyarak yetiştirmeye çalıştı. En verimli sonuçlar, Teselya’daki Kastania bölgesinde elde edildi.
Romalılar ise Lidya elmasına ‘kastania’ adını vererek kestanenin günümüzdeki adını şekillendirdi.
Bozdağlar Bölgesi Hala En Önemli Üretim Merkezi
Bugün Bozdağlar’ın eteklerinde ve Salihli’nin verimli ovalarında kestane ağaçları hâlâ bereket saçıyor. Kestaneden sadece lezzetli yemişi değil, dayanıklı kerestesi de Anadolu’nun geleneksel mimarisinde yaygın olarak kullanılıyor.
Ahşabındaki tanen sayesinde uzun ömürlü ve sağlam olan kestane ağacı, özellikle Karadeniz yaylalarında yapı malzemesi olarak tercih ediliyor.
Antik Çağdan Günümüze Uzanan Bir Lezzet!
Antik dönemin önemli bitki bilgini Theophrastus, kestanenin hem kereste olarak değerini hem de besleyici özelliğini eserlerinde dile getiriyor. Sindirim güçlüklerine neden olabileceği için yalnızca az miktarda yenmesi tavsiye edilirken, besleyici değerinin yüksek olduğu vurgulanıyor.
Tarihi kaynaklar, tatlı kestanenin dudak ve yemek borusu yaralarına karşı şifa verdiğini, köpek ısırıklarına ve dizanteriye karşı etkili olduğunu da kaydediyor. Galen, Dioscorides gibi antik hekimler, kestanenin sağlık açısından çok değerli olduğunu ve çeşitli hastalıklara karşı doğal bir ilaç gibi kullanıldığını ifade etmişlerdir.
Hristiyanlık döneminin başlarında ise kestane ağacının değerinin daha çok anlaşılması, bu kültürün yavaş yavaş yayılmasına sebep olmuştur. Polen verileri ve yazılı kaynaklar, bu teoriyi destekliyor.
Kestanenin Dünyaya Yolcuğu Manisa’dan Başladı!
Bugün Manisa'da yetişen kestane, anemon (Manisa Dağ Lalesi), safran gibi tam 128 bitki türü, o dönemde “Kutsal Tmolos” olarak anılan Bozdağlar’da özenle yetiştirildi ve bu toprakları bitkilerin anavatanı yaptı.
Lidya uygarlığı, sadece zenginliğiyle değil; sosyal, kültürel ve bilimsel gelişmişliğiyle de Anadolu medeniyetinin zirvesi olarak kabul ediliyor. Parfümden krem ve pudraya, ilk süs eşyalarına kadar pek çok değerli ürün bu toprakların bitkilerinden elde edildi.
Bilim adamları ve sanatkârlar, bu eşsiz doğanın sunduğu kaynaklardan faydalanmak için başkent Sardes’e akın etti. Hatta ünlü masalcı Ezop’un, son Lidya Kralı Croesos’a elçi olarak gönderilmesi, dönemin ne denli hareketli ve kültür dolu olduğunu gözler önüne seriyor.