Çocukluğumdan beri düşman gözüyle baktığım ne bir kimse, ne de bir topluluk ve zümre olmadı. Çocukluğumu benden çalan, en ihtiyaç duyduğum zamanda baba hasretine beni mecbur bırakan 27 Mayıs darbecilerine bile düşmanlık beslemedim.
Çocukluk, gençlik, mahalle arkadaşlarımla, hayatımın en güzel yıllarını birlikte geçirdiğim yatılı okul arkadaşlarımla, arkadaşlıktan öte, dostluk, kardeşlik, sırdaşlık ilişkileri içinde bulunduğum bu güzel insanlarla, dava arkadaşlarımla, iş arkadaşlarımla, amirlerimle, memurlarımla hep güzel ilişkiler içinde oldum. Düşmanlık nedir bilmedim.
Türkiye'nin her yanında, hatta sınırlarımız ötesinde yıllar öncesine dayanan güzel arkadaşlıklar tesis ettim. Diyebilirim ki dünyanın neresinde olursa olsun kapısını gönül rahatlığıyla çalabileceğim arkadaşlarım oldu. Cenabı Allah eksikliklerini göstermesin…
"Hiçbir iyilik cezasız kalmaz" özdeyişini haklı çıkaracak hadiselere maruz kalmadım mı? Bürokraside, siyasette bu kadar tepe noktalara gelip de böylesi hadiselere muhatap olmamak mümkün müdür? Elbette olmuştur, ama buna rağmen o insanlara da nefret ve düşmanlık beslemedim. Kırıldım, darıldım, üzüldüm, buğz ettim ama kin beslemedim. Zamanı gelince onların gözündeki ezikliği, utancı görmek bana yetti.
Siyasette de hep aynı şiar içinde oldum, fikirlere hürmet etmeyi, düşünce hürriyetine, insan haklarına bağlı olmayı, karşıt görüştekileri farklı din, dil, ırk, mezhep, etnik kimlik, siyaset ve inançta olanları düşman gibi görmemeyi bir baba nasihati olarak aldım ve uyguladım. İyi bir partici oldum ama asla kötü bir partizan olmadım, muhaliflerimle de muarızlarımla da insani ilişkileri hep önde tuttum, diyalog kanallarını hep açık bıraktım. Taraf oldum ama asla katı hizipçi olmadım, kimseye biat etmedim ama sandıktan çıkana hep saygı gösterdim, yanında oldum. Kazık yedim ama kazık atmadım, o yüzden de herkesin saygısını, sevgisini kazandım, olumlu oldum, yatıştırıcı, yapıştırıcı oldum. Zamana, zemine, şartlara, güç dengelerine göre çark etmedim, fırıldak gibi dönmedim, doğru bildiklerimden taviz vermedim ama kimseye de saygısızlık etmedim.
Büyük devlet adamı, tanıdığım en demokrat siyasetçi, muhtıralara, darbelere muhatap olmasına rağmen asla kin ve nefretle değil, halkın iradesine güvenerek altı defa gidip yedi defa geri gelen dokuzuncu Cumhurbaşkanı merhum Demirel'den de çok şey öğrendim. Siyasette ebedi dostlukların da ebedi düşmanlıkların olamayacağını, o yüzden kimseyle mesafenin daraltılmamasını da açılmamasını da ondan öğrendim. Barışmasını bilmeyenlerin asla kavga etmemeleri gerektiğini öğrendim. Duygularla, kin ve nefret üzerinden siyaset yapmamayı öğrendim.
Maalesef günümüz siyasetinde, uluslararası ilişkilerde nedense bu hasletler kayboldu. Çark etmek, kıvırmak, geri adım atmak, dün dost dediğini bugün düşman ilan etmek, dün düşman gözüyle baktığına da bugün dost demek neredeyse siyasetin, diplomasinin merkezine kondu.
Dün Sayın Başbakan'ın bir konuşmasını izledim. Yüce Peygamberimizin adıyla anılan ordumuzun nasıl cami yakabileceğini sorguluyor, "kim inanır" diyordu. Yerden göğe kadar haklıdır. Haklıdır ama çok değil daha birkaç yıl önce aynı sözleri sarf eden Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ'un darbeci diye tutuklanarak Silivri'ye hapsedilmesine göz yumuyor, yandaş paçavraların giriştiği linç kampanyalarına seyirci kalmıyor muydu? Ergenekon, Balyoz, gibi bir sürü garip isimli davalar sonucu Silivri'ye gönderilen insanlar dün haindi, düşmandı birileri de bu davaların hakimi ve savcısı ilan ediyordu kendilerini, şimdi dost oldular kandırıldık deyip sıyrıldılar işin içinden.
Dün dost olanlar da bugün düşman, FETÖ isimli terör örgütü oldular. Bebek katili, terörist başı, barış çağrısı yapınca neredeyse kahraman olmuştu. Dün AKP'ni düşman ilan edip yerden yere vuranlar bugün hükümetin saygın bakanları oldular. Dün Türkiye için tehdit olarak kabul ettikleri neredeyse düşman ilan ettikleri Kuzey Irak bölgesel Hükümetini bugün dost görüp peşmergelerini eğitiyorlar, sonra da çark edip geri dönüyorlar.
Bugün kim dost, kim düşman anlaşılmaz hale gelmiştir.
Kaddafi dosttu düşman oluverdi.
Kardeşim Esattı birden, bir numaralı düşmanım Esed oluverdi.
Bir numaralı düşman ilan edilen, İsrail bugün bir gecede dost oluvermiştir. Hem de açıklama aynı sözcünün ağzından yapılmıştır. Nerede kaldı "one minute"
Durduk yerde neden birden Rusya'ya düşman oluverdik bilen yok.
Ülkelerin, devletlerin, milletlerin birbirlerine düşman olmalarının diplomaside yeri yoktur. Kan davası mı vardır? Kaldı ki kan davalılar bile barışmasını bilirler. Devletler sadece kendi ulusal çıkarları için pozisyon alırlar, senin çıkarın onların aldığı pozisyon ile çelişiyor ve çatışıyorsa arana mesafeni koyar kendi pozisyonunu güçlendirmek için gayret edersin, düşmanlık ise başka bir şeydir. Dostluk da öyledir, senin çıkarınla onun çıkarı paralel ise dost gibi görünürsün o yüzden ebedi dostluğa da ebedi düşmanlığa da yer yoktur uluslararası ilişkilerde. Pakistan, Azerbaycan, Bengaldeş farklı tabii ki onlar gerçekten dostturlar. Asıl olan herkesle iyi geçinip düşmanlık gütmemektir, ancak ulusal çıkarlarına halel geldiğinde de hemen pozisyonunu belirleyeceksin. Bunun adı Yurtta Sulh Cihanda Sulhtur. Bundan vaz geçtiğin zaman at izi, it izine karışır, kim dost kim düşman bilemezsin. Sağlıkla, dostlukla, barışla kalın.