Genellikle köşe yazarlarının çoğu seçimler öncesindeki son yazılarında oylarının rengini açıklarlar. Zaten o güne kadar kararsızların çoğu kararını vermiş olsalar da belki son bir dokunuş, inandıkları, güvendikleri yazarın kanaati kendi kanaatlerini de güçlendirebilir veya değiştirmelerine neden olabilir. Kısmet olursa ben de yarın onu yapacağım. Bugün ise son günlerine girdiğimiz kampanya dönemindeki bence önemli sayılabilecek bazı hususlara değineceğim. Yoğunluk içerisinde belki çoğumuzun gözünden kaçmış olabilir ama bu hususlar gerçekten de kimileri için “ateş bacayı sardı” denilebilecek cinsten önemli meselelerdir. 

            Evvela Kandil ve Menbiç’ten başlayalım. Günler öncesinde Kandil’e operasyon yapılacağı söylenip duruyordu. Yani bir başka deyişle “geliyoruz ha! Kaçacaksanız kaçın” der gibi ilan edildi. Menbiç’de ise IŞİD yok, PKK, PYD, YPG yok, ortada bir çatışma da yok. Sadece Amerikan devriyeleri var, şimdi de biz devriye geziyoruz. Mal bulmuş Mağribi gibi yandaş medya ısıtıp, ısıtıp, temcit pilavı gibi önümüze koyuyor. Hatta daha ileri gidenler sosyal medyada yok Kadir gecesi Kandil’e girilecek, yok bayramda girilecek kabilinden paylaşımlarda bulunuyorlardı. Hiçbiri gerçek olmadı. Kim bilir? Belki de tam da 24 Haziran’ın bir gün öncesine planlanmıştır. Tabi bir de S-400’ler meselesi var. Bütün bunlar A.B.D’nin Erdoğan’la devam etmenin kendi çıkarlarına daha uygun olacağını düşündüklerinin işaretleridir. Yoksa tam da seçim arifesinde A.B.D’nin bilgisi dışında bunların gerçekleşebileceğini düşünebilir misiniz? 

            Sadece bu kadarla da kalmıyor. A.B.D vize krizinden sonra geri çektiği ve 8 aydır boş tuttuğu Ankara Büyükelçiliğine tam da seçimler bir hafta kala atama yaptı. Büyükelçiliğe atanan Davit Satterfield, A.B.D’nin Suriye dosyasını takip eden en yetkin adamı. Bu yüzden Ankara’nın da takibindeydi. Nedeni ocak ayında Amerikan Senatosu'nun Dışişleri Komisyonu'ndaki oturumda PKK'nın Suriye kolu YPG'lilerin çoğunlukta olduğu Suriye Demokratik Güçleri'ne sahip çıkması. Daha önce Suudi Arabistan, Lübnan, Tunus ve Mısır’da görev yaptı. Kör gözüne parmağını sokar gibi PKK yanlısı ve A.B.D’nin Ortadoğu Komiseri olan birinin hem de 8 ay sonra Ankara’ya atanması ne demektir? Sizce A.B.D’nin göstermelik Kandil ve Menbiç operasyonlarına icazet vermesinin karşılığı olabilir mi? Yani dostlar alışverişte görsün. Seçmene selam, idareyi maslahata devam. 

            A.B.D’nin, parlamento çoğunluğunu kaybetmiş güçsüz bir Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak tercih edeceği ayan, beyan ortadadır. Kozlarını da buna göre oynuyor. Gerisi de danışıklı dövüş. 

            Ancak, Türk milletinin kararlılığı, tabanda çığ gibi büyüyen değişim talepleri ve bugünlerde sıkça telaffuz edilmeye başlanılan muhtemel bir dip dalgası nedeniyle Erdoğan’ın ve A.B.D’nin hesapları tutmayabilir. Bu nedenle de A.B.D temkinli davranmaya çalışıyor. Bir taraftan S-400 anlaşması yapılırken, diğer taraftan Kongre ve Senatoda oyalıyor. Bir taraftan Büyükelçiliğe atama yapılırken, büyükelçinin güven mektubunu kime sunacağı meçhul. Erdoğan’a mı sunacak yoksa 8 Temmuzda seçilmesi muhtemel farklı bir kişiye mi? 

            Tam anlamıyla ateş bacayı sardı. İşte bu sebepledir ki; Erdoğan ve A.B.D bütün kozlarını oynuyorlar. Son olarak Tansu Çiller kozu sahaya sürüldü. 16 yıldır siyasetten uzakta kalmış, her kongre döneminde kapısını çalan DYP ve DP delegelerine kapıyı kapatmış bir Çiller’i koz olarak kullanmak sadece kocasının ve çocuklarının yatırımlarıyla açıklanamaz. Türkiye’nin ilk kadın başbakanı olarak elde ettiği şöhreti, Meral Akşener’e kaptırmış olmanın ezikliği ile de açıklanamaz. Öyleyse nedir? Eh buna da biraz da sizler kafa yorun. Erdoğan’ın ve Çiller’in irtibatlarına, ilişkilerine bakın. 

            Size kolaylık olsun diye yaşadığım bir olayı sizlere nakledeyim. Cevap hakkı doğmasın, ya da yalanlama gelmesin diye isimleri vermeyeceğim, ama olayın aktörleri ve tanıkları halen hayattadır belki bir doğrulama gelebilir. Refahyol iktidarı iş başında, Erbakan Başbakan, Çiller de yardımcısı, ben de TARİŞ genel müdürüyüm. Büyükçe bir açılış ya da temel atma törenindeyiz. Başbakan, Bakanlar, Vali ve üst protokol ön sıradalar. Bazı milletvekilleri ve biz bürokratlar ikinci sıradaki koltuklarda oturuyoruz. Tam da önümdeki koltuklarda DYP’li bir bakan ve Refah Partisinin yenilikçi kanadından sonradan AKP baş kurucularından olan bir bakan oturuyor. Tansu Çiller kürsüde konuşmasını yaparken RP’li bakan DYP’li bakana dönerek “Türkiye değişim istiyor, hoca da artık yaşlandı, Sayın Çiller’de tam da arzu edilen bir lider tipi var. Ancak biraz milliyetçi söylemlerden uzaklaşması, A.B.D’ye, dış güçlere, uluslararası iş çevrelerine ters düşmeyecek tarzda konuşması gerekir” diyor. DYP’li bakan ise net cevap veriyor: “Çiller tam da DYP’li gibi konuşuyor, biz büyük ve köklü bir partiyiz, genel başkan kim olursa olsun, bu çizginin dışına çıkamaz” 

            Gerçekten de Çiller DYP genel başkanı olduğu sürede bu çizgiden sapmadı. Ara sıra yaptığı gaflara ve kendi tabanını çorbacılar diye aşağılamasına, Pelister çiftliği meselesine rağmen etrafındakiler bunları kamufle etmeyi başardılar. Ancak 16 yıldır Çiller DYP’den koptu, kendisine uzatılan elleri de hep geri çevirdi. Medyunu şükran olması gereken DYP-DP tabanına sırt çevirdi. Herhalde AKP’nin baş kurucularından o günkü RP’li bakanın isteğine uygun bir çizgiye gelmiş olmalı. Milli şuur dediği de herhalde basında belgeleriyle yayınlandığı ve yalanlanmadığı gibi ikinci pasaportunu taşıdığı ülkenin milli şuuru olmalı. 

            Ateş bacayı sardı, son üç günde iktidar kanadından daha ne gibi atraksiyon gelir bilinmez, ama millet çoğunlukla kararını vermiş görünüyor. 

            Sağlıklı, huzurlu günler dilerim.