31 Ekim Cuma akşamı Manisa'dan çıkıp 5 Kasım Çarşamba günü döndüğümüz İran'dan, gecikmeli de olsa gezdiğimiz Tahran, Şiraz, İsfahan, Kum kentlerinden gördüklerimi, izlenimlerini kısaca anlatmak isterim.
Tahran 17 milyon nüfuslu ama görebildiğim kadarıyla bizim Kayseri, Antep veya İzmir gibi bir kent. Bizden en az 30-35 yıl geride. Yollara, sokaklara baktığınızda buranın nasıl bir başkent olduğunu merak ediyorsunuz.
5 yıldızlı bir otele yerleştiğimizde odalara, dizaynına baktığımızda, Türkiye'deki3 yıldızlı otellerin bile daha cafcaflı, bakımlı olduğunu hemen anlarsınız. Gece hayatı benim görebildiğim kadarıyla yok gibi, ana caddeler geceleri karanlık ve ıssız. Sokağa tek başınıza çıkmaya çekinebilir insan.
Yediklerine içtiklerine gelince, bol mercimek, bakla ve bizim buradaki kuru fasulyenin en küçük tanelisi? Velhasıl ne gözümüze, ne de damak tadımıza hitap edecek bir şey var!
Eski çarşı diye gittiğimiz yer ise bitpazarının biraz büyüğü. Eskitilmiş ıvır zıvırın satıldığı birkaç avize, şamdan ve tarihi olmayan malzemeler.
Şah'ın sarayı 400 dönüm arazide kurulmuş. Yazları ve kışları ayrı ayrı yaşadığı saray yavruları ve içleri müze yapılmış devasa 180 metrekare büyüklüğünde tarihi halı dikkatimi çeken tek şey oldu. Ben gitmedim ama gidenlerin söylediğine göre, eski kıymetli taşların sergilendiği mücevher müzesi görülmeye değermiş.
Tahran görülmeye değer bir yer değil. Şah Rıza Pehlevi'yi deviren halk ve mollalar, Şah'ın yerine geçmiş, İran İslam Cumhuriyeti'ni kurup daha sonra da Irak ile yaptıkları 8 yıl süren savaşlara girişmişler. Bu savaşın galibi ya da mağlubu olmasa da, her iki taraftan 1 milyon Müslüman ölmüş. Bu savaştan büyük yara alan İran, halen savaşın etkilerinden kurtulmuşa benzemiyor.
Tahran'dan 2 günün sonunda uçakla Şiraz'a geçtik. 1 saat 15 dakikalık yolculuğun sonunda İran'ın büyük kentlerinden Şiraz'a ulaştık. Bizim Zeki Bey'in tespitine göre, Şiraz havaalanı Balıkesir'in eski garajı gibi. Her şey el yordamıyla yapılıyor. Şiraz Havaaalanı, bizim İzmir Adnan Menderes, İstanbul Sabiha Gökçen havaalanlarının yanında köy havaalanı gibi kalıyor.
Humeyni'nin yaşadığı evi gördük. Orada bir yağlıboya resim dikkatimi çekti. Rehberimizin anlattığına göre, yapılmaması gereken bir resim. Üzüldüm. Keşke ziyaret etmeseydim dedim. Tuğrul Bey türbesi, Sadi'nin türbesi, Hafız Şirazi'nin türbesi, Kerim Han kalesi, Persepolis kalıntıları, İsfahan'da Melik Şah ve Nizamül Mülk türbeleri, Ulucami, son olarak da Kum kentinde Hz. Masume'nin türbesini ziyaret ettik. Hz. Masume'nin türbesini de bir yerlere benzetmek için uğraşıyorlar. 1000 fırın ekmek yeseler onu başaramazlar. Başaramayacaklar da.
Namazları bize uymaz, bizim namazımız onlarınkine benzemez. "Türkiye İran mı olacak?" diyenlere cevabım hazır: Ne Türkiye İran olur, ne de İran Türkiye olur. Kıyamete kadar onlar görüdkleri, bildiklerini yaşarlar. En güzel İslamı yaşamak da bizim memleketimizde vesselam.
***
Otobüsle şehirler arasında gezerken zamanımız boldu. Yol arkadaşlarımız arasında tarihçi Talha Uğurluel ve babası da vardı. Talha Bey'den epeyce istifade ettik. Babası da tam bir halk adamı. Benim yaşlarımda, emekli öğretmen Ali Haydar Bey, emekli olduktan sonra boş durmamış halı ticaretiyle uğraşıyor. Renkli bir arkadaş. Akhisar kafilesiyle yola çıktığımız için Akhisarlılar çoğunluktaydı. Manisa merkezden sadece 15 kişiydik.
Yolda laf olsun diye bir konu attım ortaya, hem bir kamuoyu yoklaması olsun, hem de seyyahlar uyumasın diye? "Rektör seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?" dedim. Akhisarlılar hep bir ağızdan "Müezzinoğlu" diye bağırınca, ben de Kemal Çelebi'nin rektörlüğe daha yakın olduğunu savundum. Nereden bildiğimi sordular. Ben de onlara hissi davrandıklarını, sonucun daha farklı olacağını anlatmaya çalıştım Akhisarlı arkadaşlarımıza.
Döndük, hafta sonunda 9 Kasım Pazar günü öğle naamzından sonra bizim "Reis" diye hitap ettiğimiz İsmail Tutan ve arkadaşları Mesir Kıraathanesi'nde toplanıp sohbet ettik. Bu sohbetlerin katılımcılarından birisi de bizim eski su işleri müdürümüz Halis Orhun'dur. İyi bir yorumcu ve dinleyicidir. Konumuz yine rektör seçimleriydi. Konu çok sıcaktı ve herkes bildiğini söylüyordu. İsmail Tutan'a da rektörlüğe büyük ihtimalle Kemal Çelebi'nin atanacağını söylediğimde o da tasdik etti.
Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Ben de neden Kemal Çelebi'nin rektör olması gerektiğini, Manisa'ya müdahale edenlerin şimdiye kadar neler kaybettirdiklerini anlattığımda bana hak verdiler.
İşin özü Celal Bayar Üniversitesi'ne şimdiye kadar (kurucu rektörü katmaz isek) atanan en doğru adayın Kemal Çelebi olduğunu düşünüyorum. Atama kararı geçtiğimiz günlerde belli oldu. Benim için sürpriz değildi. Benim açımdan malumun ilanıydı.
Hayırlara vesile olsun?
Editör: TE Bilişim