Yaz mevsimi sıcağının getirdiği biraz mahmurluk ve biraz da yorgunluk hali içerisindeydi bugün. Uzandığı koltuktan televizyon ekranına bakıyordu. Sorsan 'Ne izliyorsun?' diye farkında bile değildi. Ev işleri bekleye dursun, saatlerce yatmaya kararlıydı ve öyle de yaptı. Her sabah olduğu gibi saatinde telefon alarmının sesiyle uyanmış, kahvaltısını yapmış, duşunu almıştı. Tüm enerjisiyle işine gitmesi gerekirken aldığı soğuk duşa rağmen üzerindeki bitkinliği hala atamamıştı. Aklında 'Bir mazeret uydursam işe gitmesem, bütün gün uyusam mı" düşüncesi ağır basıyordu. Öyle de yaptı. Sabahın bu saatinde zar zor, istemeye istemeye işe gitmek için çıktığı evinin hemen önündeki duraktan otobüse binmiş, her zamanki gibi ayakta kalmıştı. Dışarıya boş gözlerle bakıyor, oturanları, 'boş koltuk bulmuşsunuz çok şanslısınız' bakışlarıyla süzüyordu. Iş yerine yakın ineceği durağın gelmemesi için dua ediyor gibiydi ama maalesef iki durak sonra adımları geri geri gidercesine indi. Annesinin 'Hadi çocuğum kalk, okul saati' diye defalarca uyarmasına karşın yataktan hala çıkamıyordu. Keşke sınav olmasaydı okula gitmek zorunda kalmayıp akşama kadar yatsam düşüncesiyle doluydu ama annesinin sert ses tonuyla birlikte yataktan çıktı. Hemen giyinip, akşamdan hazırlamaya üşendiği çantasını aceleyle yerleştirdi ve kahvaltı sofrasından aldığı bir parça simit ağzında kendini dışarıya attı. Yolda buluştuğu arkadaşlarıyla okula gitmenin ne kadar zor, gereksiz olduğunu tartışarak yürümeye devam etti. Evet. Bu yazdıklarım eminim hiçbirinize yabancı değil. Nedense tam da bu ruh hali içerisindeyiz. Bir bezginlik, bir mutsuzluk, bir bitkinlik. Işin kötüsü bu durumu benimsiyor, daha da kötü olmayalımın çaresine bakmıyoruz. Kabulleniyoruz, zamanı bu sekilde geçiriyoruz. Adına tükenmişlik sendromumu diyelim, hayatın getirdiği zorluklar içerisinde kaybolmak mı diyelim, ne derseniz deyin ama bu halinizden kurtulun. Hayata katılın. Bunları olduğu gibi kabul etmek bence işin kolayına kaçmak. İtirazsız kabullenmek. Aslında tüm bunların üstesinden gelmenin elimizde olduğunu çok iyi biliyoruz. Kendi kendimizin ilacı olmak zorundayız. Tabii ki etrafımızda bize değer veren, bizim değer verdiğimiz insanların katkılarıyla birlikte. Genelde toplumun büyük bir kesiminin içinde bulunduğu durum tükenmişlik gibi bir şey. Evde, işte, aşkta, her yerde her şeyi o kadar acele ve dolu dolu yaşıyoruz ki, gün geliyor ya yapacak artı bir şey kalmıyor tekdüze oluyor ya da zamanında çok yaptığımızdan aman artık yapmayacağım hali içerisine giriyoruz. Yıpranıyor, yıpratıyoruz. Şöyle yapın, böyle yapın diye uzman gibi görüş vermek haddim değil. Ama şunları söyleyebilirim. Eğer o an kendinizi kötü, tükenmiş gibi hissediyorsanız bulunduğunuz ortamdan ve birlikte olduğunuz kişilerden bir bahane bulup uzaklaşın. Kendi kendinize moral, keyif vermenin yollarını bulun. Alışveriş yapmayacak olsanız bile vitrin bakın. Arkadaşınızla bir el tavla atın. Bir kır kahvesine gidin doğayla içiçe olun. Çocuğunuz varsa parka gidip onların sevinçlerini, gülüşlerini görün, keyiflenin. Önemsiz, küçük ayrıntılar gibi görünseler de aslında sizi iyi hissettirmenin ilk adımları bunlar. Siz bunlarla başlayın zaten gerisini de getireceksiniz. Dediğim gibi, tüm bunların üstesinden gelmenin elimizde olduğunu çok iyi biliyoruz. Kendi kendimizin ilacı olmak zorundayız. Hayata pozitif bakarak, sevdiklerimizle yaşadığımız her anın keyfini çıkarmaya bakalım. Hayatın içinde sevgimizle yer alalım ki, güzellikler nasıl olsa kendiliğinden gelir. Hayatta ne yaşamak isterseniz yolunuz ona çıksın.