Bir an gelir yazı biter…

Sustukların olur konuştukların…

O anlarda toplayıp bir çanta eşya gitmeli uzaklara ya da bir kuytu köşeye sinip sisin dağılmasını mı beklemeli? Yahut kavganın içinde etekleri zil çalan, yangınlar saçan bir çingene mi olunmalı?

Demiştim, daha en başından söylemiştim; insanların, şehirlerin, ülkelerin savaşları arasında kaybolup gittiğimizi…

Gördün mü? İnsanlar ölürken; söylenen her söz, atılan her imza hileli bir avuntu… Kalanların uydurduğu bir çeşit çığırtkanlık…

***
Olmaz işleri başımıza doladığımızdan beridir bir tiyatro sahnesi, kurgulanan hayat… Rolleri kendi arasında pay edilmiş oyunculara, ıslık- alkış kıyametlerce gürültü çıkarıyoruz… Nedenler/nasıllar perdenin arkasındaki yönetmenin insafına bırakıldıysa, mutlu sonlar için diretmek nasıl da ahmakça…

Böyle sımsıkı tutmadıysan; canını acıtacak kadar… İşte böyle sıkı sarılıp dününe, bugününe ve yarına; senin olanı vermediysen ele… İşte o zaman kaybettiğini diline dolamanın bir manası vardır da yine de faydası yoktur. İlle bir an gelip seni de senin olanı da dağıtır, üzerinden geçer çünkü kocaman dünyalıklar. Sen bana asıl o anlarda ne yaptığını anlat… Kahramanlığını göster bana…

***
Siyaset, politika, sınırlar dört bir yandan, gökyüzündeki kirli mavilik, sulardaki tersine akışlık, sual edilmemiş inanışlar, sonucu öngörülmemiş hesaplaşmalar, çoğu zaman ve belki her zaman para, para para… Kabahati hangisine yükleyeceğimizin kararını verirken; ey insan! O kadar suçlusun ki…

Eline, yüzüne, vicdanına bulaştırdığın kirdir bundan sonra yaşamak dediğin her şey.

Bozduğun, yakıp yıktığın, bozkırlara çevirdiğin dünyaya dön bir bak!

Halbuki gülümseyip elini sıktığın herkesle, her yerde ne kadar barışıksın.

Arkanı döndüğünde yüreğini kapattığın o sevinçler var ya, böyle böyle zalim olduğunu hatırla.

Ve sevme kendini böyle… Sevilmeyi de dilenme sakın kimseden.

Şimdi dününü unutmuş, bugünden bi'haber yarını bekliyorsun ya bir umut; oysa bugüne kahraman olmadan uyanmamalı başka bir güne