Viyana’daki ilk günümüzü paylaşmıştım. İkinci günde ise heyecanlı bir bekleyiş vardı. Pandemi sürecinin başlamasıyla birlikte Türkiye’ye gelmesi oldukça zor ve zahmetli hale gelen, Londra’da çalışan yeğenimle Avrupa’nın tam göbeğinde buluşacaktık. Türkiye İngiltere için kırmızı listedeydi. Yani, Türkiye’ye gelişte bir sorun yok ancak döndüğünüzde İngiliz vatandaşı bile olsanız on gün süre boyunca devletin göstereceği otelde parasını cebinizden ödeyerek 10 gün boyunca hapis hayatı yaşamak zorunda kalıyordunuz. Bu yüzden iki yılı aşkın bir süre görüşemiyorduk. Viyana’ya geleceğimizi haber alınca orada buluşmaya karar verdik.

            Uçağı öğleden sonra inecekti ve sabah sadece 3-4 saatlik bir zamanımız vardı o yüzden fazla uzaklaşmadan Schottentor’a kadar yürüdük oradan Viyana kartlarımızı satın aldık. Viyana kart günlük veya birkaç günlük olabiliyor, Viyana belediye hudutları dahilinde otobüs, tramvay, metro ve s-bahn adı verilen banliyö trenlerinde ücretsiz seyahat edebiliyorsunuz. İndirim yapan türü de var, müzelerde, bazı seçilmiş kafe ve restoranlarda indirim sağlıyor. Biz ondan aldık ama yanılmışız zira müzelerde ve benzeri yerlerde zaten 60 yaş üstü kıdemli insanlar için kartın indiriminden daha fazla indirim var ve iki indirim bir arada uygulanmıyor. Sadece toplu taşım için olanda alsaymışız 3 günlük kart için 4’er avro cebimizde kalacakmış. Ancak toplu taşımı çok da mükemmel kullanıp hakkını verdiğimizi söylemeliyim. 55 dakikalık bol aktarmalı bir yolculukla, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın otağ kurduğu Kahlenberg tepesine kadar çıktık orayı ayrı bir yazıda anlatacağım.

            O günkü programı kısa kesip devamını Esra ile yapmayı planladığımız için sadece Viyana’nın ünlü kafelerinden birinde birer kahve, tatlı molası verip otele döndük. Kahve tatlı molası Viyana’da yapmasanız olmaz türünden bir durum, şiddetle tavsiye ederim. Türk parasının kıymetinin kalmaması yüzünden bize pahalı geliyor ama değer. En pahalı kahve Türk kahvesi 8,5 avro, herhalde iki kişi için ödeyeceğiniz parayla evinizde en az altı aylık kahve ihtiyacınızı karşılarsınız. İşin garibi Avusturyalılar Viyana kuşatmasından önce kahve ile tanışmıyorlarmış, bizden öğrenmişler. Türk askerinin geri çekilişinde yük olmasın diye yanlarında getirdikleri kahve çuvallarını bırakınca Avusturyalılar bunlardan yeni tatlar türetmişler Avusturyalıların en çok tükettiği kahve kafe melange, az sütlü koyu bir kahve aslında benim damak tadıma da uyuyor. Gene de en pahalısı Türk kahvesi tabi biz o parayı ödemedik çayı tercih ettik. Doğrusu gezdiğimiz birçok yerde ağız tadıyla demleme çay bulamıyorduk. Burada çay o tatsız, zevksiz, çay tozundan yapılmış çoğu kimsenin sallama çay ya da poşet çay dediği türden değil bildiğimiz çay yaprağının özenle kanaviçe torbalar içine yerleştirilmiş ve porselen demliklerde demlenmiş olan mis gibi çaylardı. Yanında da ünlü Avusturya tatlıları olmazsa olmaz.

Pastaların, keklerin hepsi güzel ama özellikle ikisi dünyaca ünlü. Birisi ünlü Sacher pastası ama onu, bu pastanın mucidi Sacher otelin kafesine bıraktık. Diğeri ise apfel strudel . Apfel strudel bizim nemse hamuru ya da Sarıyer böreği hamuru gibi piştiğinde milföy gibi kat kat olan bir hamur içinde bol elma, sultani üzüm, tarçın ve az miktarda karanfil ile harmanlamış bir harç ile yapılmış tatlı bir börek gibi. Yanında çırpılmış krema (yazın arzuya göre dondurma) ile sıcak olarak servis ediliyor. Vişnelisi de var ama orijinali elmalı adı üstünde apfel(elma) strudel. Sigmund Freud, Gustav Climt, Nazım Hikmet, Troçki gibi bilim,edebiyat ve sanat dünyasının ünlü isimlerinin vakit geçirdiği bu ünlü mekanlarda bulunmak da ayrı bir keyif.

Otele döndüğümüzde rahmetli abim ve yengemin emaneti sevgili Esra’yla kucaklaştık. Onunla üç gün birlikte geçirdiğimiz Viyana turunu yarına bırakıp. Hani kuyrukların, yoklukların, krizlerin olduğu yalanlarıyla avutulmaya çalışıldığımız İngiltere ile ilgili aldığımız bilgileri paylaşalım.

Yeğenim bankacılık ihtisasından sonra Bank Kapital ve Vakıfbank’ta uzun yıllar çalıştıktan sonra Bankalara kredi sağlayan bir yabancı finans kuruluşunun Türkiye operasyonlarında görev aldı ve bu kuruluşun Türkiye’den çekilmesi ardından Katar’ın en büyük bankasında çalışmak üzere Doha’ya gitti. O artık sadece Türkiye’de değil finans dünyasının uluslararası iş gücü piyasasında aranılan bir uzmandı. Katar’dan sonra Türkiye’ye döndü ve Londra’dan iş teklifi aldı. Ancak Londra’da çalışma izni almak deveye hendek atlatmaktan daha zordu. O da Ankara anlaşmasının verdiği haklarla Londra’da kendi şirketini kurarak bu engeli aştı ve fatura karşılığı çalışmaya başladı. Aldığı işin bir ayağı İngiltere’nin İstanbul başkonsolosluğunun fonlarını yönetmekti o yüzden bir süre İstanbul’da çalıştı. Buna en fazla merhum babaannesi sevindi zira arada hafta sonları sürpriz kaçamaklar yapıp onu sevindiriyordu.

İstanbul’daki projeyi tamamlayınca Londra günleri başladı. O artık İşinde başarılı, çevresinde sevilen, İngiliz yasalarına göre serbest çalışan, vergisini ödeyen bir iş insanıydı. Ancak Covit 19 pandemisi başlayınca işler tersine döndü. Önceleri evden çalışmayla işleri sürdürdü ancak iş yaptığı kurum projeyi durdurunca işsiz kaldı. Sıkı durun işte tam da o günlerde İngiliz hükümeti bu tür iş yapan serbest meslek erbabı ve işyerlerini kapatmak zorunda kalan esnaf ve tüccarlar için destek vermeye başladı. Esra da şirketi adına bir yıldan fazla bir süre her ay 800 sterlin devlet yardımı aldı. Bu meblağ ev kirası ve zaruri ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Bu meblağ bizim paramızla yaklaşık 11-12 bin TL dolayında bir para yapıyor. Bırakınız Türkiye’de bu parayı her ay almayı tüm pandemi boyunca toplam olarak alan esnaf, tüccar, çalışan var mıdır acaba? Tabi vergi borçları affedilen malum şirketleri kastetmiyorum.

İngiltere’de iş dünyasının yeniden normale dönmesiyle Esra da yeni bir iş alarak tekrar çalışmaya başladı. Allah kazancını daim etsin, işinden son derece memnun ve şevkle çalışıyor. Ancak iki doz Astra Zeneca aşısı olmasına rağmen covite yakalandı 10 gün evinde karantina uygulandı, takviyeler dışında ilaç almadan atlattı çok şükür. Üç günü yatak istirahatinde geçti diğer günler evden çalışmaya devam etti. İşte sağlık sisteminin ön gördüğü kesin yatak istirahatini telafi için Birleşik Krallık hükümeti Esra’ya 500 pound daha yardım yaptı.

Kriz var denilen bir ülke için çok cömertçe bir davranış değil mi? İngiltere Krallıkla yönetiliyor ama tam demokrasi ve hukuk devleti. Kurum ve kurallar saat gibi çalışıyor, mülkün sahibi kraliyet ailesi parlamentonun kendisine biçtiği maaş ve ödeneği kullanabiliyor ve yetkileri son derece sınırlı. Meclis ne derse o oluyor. Kimsenin diniyle, mezhebiyle, milliyetiyle, etnik aidiyetiyle ilgilenmiyorlar. Londra Belediye Başkanı Hindistan asıllı bir Müslüman. Söz ve ifade hürriyeti had safhada, ne kraliçe ve kraliyet ailesi ne de başbakan aleyhine açılan dava var. Kimse de kimseye hakaret etmiyor, tahrik eden de yok zaten ama eleştirinin en ağırını yapabilirsin. Belki yazılı bir anayasası bile yok ama yüzyıllar önce ilan edilmiş Magna Carta ilkeleri geçerli yorumu parlamentoya ait. Tam bir sosyal devlet, halkın sağlığı, refah ve saadeti her şeyden önce geliyor. Kriz mi var dediniz? Ben duymadım da görmedim de.

Yarın Viyana gezimize devam edeceğiz. Kalın sağlıcakla…