Osmanlı döneminde Anadolu köylüsü daha ziyade karnını doyuracak hububat tarımıyla meşguldü. Pamuk gibi endüstriyel bitkiler ise Anadolu dışındaki topraklarımızdan az miktarda gelir, temel ihtiyaçlar için kullanılırdı. Savaşlar sonunda Anadolu topraklarına sıkışıp kalınca pamuk da üretemez olduk. Cumhuriyetin başlarında bir taraftan teknik ziraata önem verirken diğer taraftan da Sümerbank gibi kuruluşlarla tekstil sektörüne adım attık. O günlerde Türk köylüsü ve çiftçisi de pamuk ziraatı ile tanıştı. Ege ve Çukurova pamuğa çok kısa sürede uyum gösterdi. Bu arada merhum başvekil Adnan Menderes’in Çakırbeyli’de ülkemizin ilk pamuk üreticilerinden olduğunu söylemeliyim.

            Tariş Pamuk Birliği ve Çukobirliğin kuruluşuyla birlikte pamuk ziraatı daha da yaygınlaşmış, bunun doğal sonucu olarak da Adana ve Ege’de Sümerbank’ın yanı sıra iplik ve dokuma sanayii de bir hayli gelişmiştir. Bir zamanlar kefen bezini bile ithal etmek zorunda olan ülkemiz konfeksiyon ürün ihraç eder duruma gelmiştir. 80’li yıllarla birlikte tekstil sektörü ihracatımızın lokomotifi olmuştur. Ne yazık ki bugün tekstil sektörü büyük bir açmazın içinde, pamuk tarımı ise yerlerde sürünüyor. Tabi bu başta pamuk olmak üzere tarım politikalarının yanlışlığından kaynaklanıyor. Bir başka deyişle bugün kendi çiftçimizden, köylümüzden esirgediğimiz desteği dolaylı olarak başta Yunanistan olmak üzere başka ülkelerin çiftçilerine veriyoruz. Hamaset tüccarları hadi buyurun buradan yakın. Ne diyeceksiniz görelim.

            Bu duruma nasıl geldik? Tekstil sektörü bir numarayken neden çöktü? Neden birçok müessese kapısına kilit vurdu? Neden artık çiftçi pamuk ekmez oldu? Elbette bu duruma üç, beş yılda gelinmedi. Yılların birikimi. Ta! Kendisine “ikinci elde zarar ediyoruz” diyen pamuk çiftçisine “zarar ediyorsanız siz de ikinci elde pamuk ekmeyin” diyenlerin gününden geliyor. Ne yazık ki; Türk tarımını bugün o sözü söyleyen rahmetlinin oğlu yönetiyor. Öyle olunca da pamuk üreticisine bir Fatiha okumak düşüyor bize. Pamuk üreticisi zarar edince ekmez oldu, tekstilci de daha pahalısını ithal ediyor. Serbest piyasaya eyvallah ama oyunu da kuralına göre oynamak lazımdır. Nasıl mı? Bakın anlatayım.

            Yıl 1996 Tariş Genel Müdürlüğüne atandım. İki ay sonra satış müdürüm önüme bir olur getirdi. Borsaya çıkılacak ve pamuk satılacakmış, benden de fiyat oluru isteniyor. Bunda bir terslik var dedim, araştırdım. Meğer İzmir Ticaret Borsasında Korbey denilen canlı piyasada önce Tariş fiyat deklare eder, fiyat ucuzsa mal kapışılır, pahalı geldiyse alan çıkmaz eli boş dönülürmüş. Madem piyasa canlı fiyat da canlı olmalı diye düşündüm ve beni ertesi günü korbeye götürmelerini istedim.

Korbey denilen yer bir salonun ortasında amfitiatr düzeninde yaklaşık 50-60 kişilik bir mekan. Ortada borsa komiserleri oturuyor tribünlerde de alıcı ve satıcıların borsa ajanları. Ben içeri girdim komiser gonga vurdu ve beni anons etti, herkes ayağa kalktı saygıyla selamladı. Tabi benim hiç alışık olmadığım bir durum, elimle oturmalarını işaret ettim ve yerime geçtim. Arkamda ise aynı zamanda borsa ajanımız olan satış müdürü oturuyor. Vakit geldi, gonga vuruldu ve komiser Tariş fiyatının açıklanmasını istedi. Tabi talimatım gereği fiyat açıklanmadı. Önce ne olduğunu anlayamadılar ama 10 dakika sonra korbeyde oluşan fiyatın 1-2 puan üzerinde fiyat deklare edince önce bir homurdanma başladı, Tariş fiyatı yukarı çekiyor denildi ama piyasaya sürdüğümüz ürünün de tamamı satıldı. Sonrasında önceden fiyat deklare edilmesi işlemi sona erdi ajanlarımıza cep telefonu alındı 15 dakika süren korbeyin 10. Dakikasında oluşan piyasa fiyatına göre doğrudan cep telefonu ile talimat alınarak bir ay içinde fiyatlar makul düzeyde yukarı çekildi.

Bu durum kolay para kazanmaya alışmış tüccarı rahatsız etti, Tariş’i boykot ettiler, fiyat kırmamızı beklediler. Yılmadık biz de karşı kozumuzu oynadık. Pamuk ihraç edeceğimiz söylentisini yaydık. Basın bunu yazdı, hükümetten uyarı geldi ama direndik. Bu dirençle boykot da çözülüverdi. Tabi bunu yaparken Bakanımın ve Hükümetin desteğini de hep yanımda hissettim. Boykot esnasında pamuk satamayınca bakana, başbakana düzmece mektuplar yolladılar çiftçinin parasını ödemiyor, borsada satış yapmıyor diye. Halbuki ben hesabımı sayın bakana verdim, çiftçiye borcum olmadığını kuruşuna kadar gösterdim. O da bana inandı ve desteğini esirgemedi. “Ben bunların içinden geldim, bunlar kolay karlara alışmışlar ama duracağın yeri de bil tekstili öldürme” demeyi de ihmal etmedi. Biz de öyle yaptık mart ayında da döndük çiftçiye kar payı dağıttık, çiftçi hakkını kuruşuna kadar aldı. Ertesi yıl ise ekim alanları genişledi, rekolte arttı hem çiftçi hem de dürüst sanayici memnun kaldı.  

Ancak sonraki yıllarda, hükümetler hem üreticinin hem de Tarım Satış Birliklerinden desteğini çekti. Birlikler adeta batırılmak istendi. Pamuk üretim alanları da daraldıkça daraldı. Başlangıçta Ege’de ve Çukurova’da üretim azalırken merhum Demirel sayesinde suya kavuşan Harran ovası bunu telafi etti ama son 15-20 yıldır maalesef çiftçi tamamen unutuldu, üretim düştü, Türkiye süratle ithalata sürüklendi. 

Bugün dünya pamuk üretimi 26.4 milyon ton, ihtiyaç ise 26.2 milyon ton yani üretim ancak tüketimi karşılayabiliyor bu durumda fiyat istikrarı sağlanamıyor. Maalesef Türkiye’de ise son 20 yılda üretim neredeyse yarıya düştü. Devletin resmi rakamlarına göre 2020 yılı beklentisi 950 bin ton(mahlıç) ihtiyaç ise 1,5 milyon ton. Üretimin tüketimi karşılama oranı sadece %61. İthalat ihtiyacı 600 bin ton dolayında. Bunun 160 bin tonunun Yunanistan’dan karşılanacağı yazıldı. Bu miktar Yunanistan üretiminin üçte ikisi, yani adamlar neredeyse Türkiye için üretim yapıyor, AB de Yunan çiftçisini ihya ediyor. Yıllardır dilimizde tüy bitti pamuk üreticisini destekleyin, yoksa pamuk ekicisi de pamuk da bulamazsınız diye hem tekstilciye hem de hükümetlere anlatamadık. AB çiftçisinin aldığı desteğin yarısını Türk çiftçisi alsa biz gene kendi kendine yeten ülke haline geliriz. Ne buğday ne bakliyat ne de saman ithal ederiz. Dün Yeni Ekonomik Program açıklandı, içinde gene üretim yok. Sayın İlhan Kesici çok güzel ifade etmiş “Alice Harikalar diyarında” diye. Ben ona bir ilave yapayım. Dün YEP değil “Andersen’den masallar” dinledik.

Üretim, üretim, üretim… Üretim yoksa tarım da yok, sanayi de yok ekonomi de yok. Dolar da durmaz ithalat ihtiyacı oldukça. Ne diyelim yazık oluyor bu ülkeye.

Kalın sağlıcakla…