Hep oğlunu hor gördük, güldük, ayıpladık…
Hiç düşünmedik belki de babasıydı acınacak olan!
"Yap!" denileni ikiletmeden yaptığı için başına olmaz işler gelmişti belki de.
Belki de sağlamasını yapmadan, inciğini cinciğini sorup soruşturmadan, bodoslama giriştiği, sıfırladığı her şey için okkalı bir tokat yemiş yahut aklını kaybedecek sözler duymuştu!
Hiç düşünmeden, yargıladık; ayıp ettik, günahını aldık garibimin.
Ne babalar var!..
Baba dayanak, sığınaktır her şeye rağmen; olanların iyi ki var…
***
Hayatın içinden bir hikayeyle başlamama bakmayın… Siyaset yapacağız aslında…
Seçime gidiyoruz…
7 Haziran'da elimize yüzümüze bulaştırdığımız (!) seçme ve seçilme hakkımızın üzerine 1 Kasım'da tüy dikeceğiz.
Bir Allah'ın kulu anlamış değil 7 Haziran'ı.
Belki de o yüzden 1 Kasım'a bu susuşumuz, hemen ikna oluverişimiz.
Halbuki seçmiştik biz…
Oysaki gönüllerden geçen ülkeyi kurmaya hiç bu kadar yakın olmamıştık.
Şimdi anlıyoruz ki ne kadar uzak olduğumuzu bile bilmiyormuşuz meğer!
Bir umutla eline verdiğimiz koca bir şehir dolu valiziyle Ankara'ya gönderdiklerimiz bile şaşkın, kala kaldı; hükümet olmaya çalışanların basireti bağlandı, bir de üstüne eline kan sıçradı; siyasete kin, nefret ve hırs bulaştı…
Haliyle memleketimin insanına bir adam sendecilik bıkmışlığı yapıştı.
Bir tek kudreti kendinden büyükler beğenmeyecekti bu halimizi; haliyle beğenmedi de…
"Sil baştan" denildi.
Hüküm giyildi, ferman buyuruldu…
E ne demişler; Haziran'da ölmek zor iş…
Kasım'da aşık olmak bir başka ince iş!
Şimdi üzerimize düşen; denileni yapmak, oyuna oyuncu, seyir haline alkış tutmaktır.

Başladığımız işi bitirelim… Yoksa Mart ayı kazma kürek yaktırır maazallah…
Okuduklarından tek satır bile anlamayanınız var ise; ne babalar var bu hayatta! Sonra halimiz nice olur, bir düşünsün bence…
***
Hani nasıl derler?
Salak oğlana anlatır gibi tane tane anlatabildim mi acaba!