Güzel gözlü, güzel yüzlü çocuk…

Pamuklara sarayım seni; dokunmasınlar, acıtmasınlar seni çocuk.

Kırmızı ayakkabılar ayağında, pileli etek bacaklarında, renkli kurdeleler büklüm büklüm saçlarında…

Gözlerinde bir bayram sevinci, ellerinde kocaman dünyalar…

Şekerlemeler, bezden bebekler… Bir kaldırım kenarında misketlerini yuvarlamışsın sokaklar aşırı, sonra sek sek oynadığın taşlardan koşa koşa geçmişsin de gelmişsin bu günlere gibi, gelme çocuk…

Kal o kaldırım kenarında… Otur sokağın tam ortasına…

Avazın çıktığı kadar ağla ve de gelme buralara sakın çocuk.

Sakın büyüme sen!

Bir bilsen bizim buralar nasıl karanlık.

Nasıl dipsiz bir kuyu…

Ne gülmek ne sevmek; ne koşabilmek özgürce ne de dinlenebilmek güvenli bir köşede…

Bizim buralarda ne bayramlar ne de sevinçler…

Ne bir park ne de çiçekli bir bahçe…

Bizim buralarda yok çocuk!

***

Sana baktım uyurken…

Uyuduğun uykulara imrendim. Rüyaların olayım istedim.

Ne bir dert ne bir tasa…

Sanki yorganın yastığın meleklerden, sanki yattığın yer bulutlarda.

Bir küçük sarılış, bir içten gülümseyiş yeterdi yarınlarının sabahına.

Ve her sabah bir gün daha büyümekti; bir bilsen nasıl üzgünüm buna çocuk!

***

Bırakma sakın tuttuğun o eli…

Balon uçur, palyaçolara gül… Pamuk şekerden pembeleşsin dilin… Atlıkarıncadan dönsün başın… Yarım yarım kelimelerinle anlat masallarını herkese… Karanlıkta uyumaktan korktuğunu söylemekten çekinme… Sevmezlerse eğer seni, okşamazlarsa eğer başını; sen yine de sokul usul usul, gülümse sen yine de.

Çocuksun sen!

***

Bir gün ola ki büyürsen eğer çocuk, unutursan eğer çocukluğunu diye bir işaret bırak görünen bir yere.

Bir masal, bir rüya, bir renk, bir gülüş, bir söz iliştir en koyusundan.

Canının kimselerin görmediği yerleri acıdığında çıkarıp çıkarıp bakasın diye misketlerini bırak dününe ama çocukluğundan kalan en güzel şeyini getir bugününe.

Dedim ya ne bayramların ne çocukluğun tadı yok çünkü bizim buralarda.