İki günde 30'un üstünde şehit haberi! Ocaklara ateş düşmüş, analar ağlıyor, millet sokakta, sorumlular şehit yavrusuyla maçta gösteri peşinde…
Halk burnundan soluyor, sokaklara taşan öfke tam da terörizmin istediği yönde parti binalarına, gazetelere, kendinden olmayanlara doğru yönelmeye başlıyor. Sağduyu çağrıları işe yarasa da, provokatörler başarır, her an kontrol kaybedilebilir korkusu yaşanıyor.
Milli iradenin tercihine rağmen, 400 vekil tartışmaları bitmek bilmiyor, boynu kalınlar gazete basıyor, cam çerçeve indiriyor, tehditler savuruyor, vandalizmi ağızlarından düşürmeyenler bıyık altından gülüyor. Tan matbaası baskınından (1945) bu yana tek parti zihniyetinde hiç değişme yok. Aynı tas aynı, hamam…
Dolar 3.05 olmuş, avro 2.40'a dayanmış, cari açık almış başını gidiyor, paramız eriyor, ekonomi kan ağlıyor, üstelik Ali Babacan da yok…
İktidara aday olduklarını iddia edenler, iktidardan kaçıyor, yan yana olmam dediklerine iktidar ortaklığını altın tepside sunuyor…
Suriyeli mülteciler sorununa bir türlü çözüm getirilememiş, BM'nin, büyük devletlerin dikkatini çekememişiz, bir tarafta, açlık, sefalet, Alyan bebeğin hazin resmi; diğer tarafta halkta tedirginlik, ürkeklik, öfke, pimi çekilmiş el bombası adeta…
Milletin kurtuluş olarak gördüğü, umut olarak gördüğü kadrolar, kimseler, ellerini taşın altına koymaktan çekiniyor, korkuyor.
Daha neler, neler… Nereye dokunsam bin ahh. Bu kadar çaresizlik, umutsuzluk, olumsuzluk içinde ne yazayım ki! Her bir konuyu al ayrı bir makale konusu. Bu kadar olumsuzluk içinde geçtiğimiz haftadan bu yana sadece iki olumlu haber var; başarılı geçen B 20 konferansı ve Hollanda'yı 3-0 ile dize getirişimiz. Bu kadar olumsuzluk içinde bunları yazsam hem kendime hem de okuyucularıma haksızlık etmiş olurum.
Olumsuzları yazsam, kim bilir belki kantarın topuzu kaçar. İyisi mi ben bu hafta yorum yapmayayım sadece bir kıssa anlatıp hisseyi de siz değerli okurlarıma bırakayım. Hikayemiz şöyle:
Geçmiş zamanlarda Anadolu'nun ücra bir köyünde bir Mustafa amca yaşarmış. Mustafa amcanın oturduğu fakirhanesi, ekip, biçtiği üç dönüm tarlası, sabanına koştuğu bir sarı öküzü ve odununu sardığı bir karakaçanından başka da hiçbir varlığı yokmuş. Evlatlar, gelinler, torun torba hep beraber yaşarlar, toprak ne verdiyse geçinip giderler, Cenabı Allaha şükrederlermiş. Mustafa Amca askerlik vazifesi dışında köyünden hiç çıkmamış. O da hep cephede geçmiş, kan ve barut kokusundan başka bir şey görmemiş. Milli Mücadele sona erip köyüne döndüğünde düzenini kurmuş o gün bugündür de köyün dışına hiç çıkmamış. Göğsünde onurla taşıdığı istiklal madalyasını da duvarına astığı Gazi'nin resmini de hiç eksik etmemiş.
Gün gelmiş, Mustafa Amca hac farizasını yerine getirmek istemiş. Köyün ne bir okulu ne de camisinin imamı varmış, haliyle Mustafa Amca da topraktan başka bir şey bilmez, namazını da anasının öğrettiğiyle kılarmış. Evlatları "baba senin okuman, yazman yok, yol, yordam bilmezsin, nasıl gideceksin hacca?" demişler. Mustafa amca kararlı, sora sora bulurum, bulamasam da yolunda ölürüm diyerek, harçlığını kuşağına sarmış, tayınını, azığını karakaçana yüklemiş düşmüş yollara. Haftalar sonra Kabe'ye varmış, bir de bakmış ki; dili, ırkı, rengi farklı binlerce insan toplanmış. Önce ürkmüş ama sonra diğer hacılar ne yapıyorsa o da aynını yaparak vakfesini, tavafını, şeytan taşlamasını yerine getirmiş. Ancak Mustafa amca bunları yaparken Allaha nasıl yakaracağını, ne duaları edeceğini bilmiyor. Ne yapsın garibim, ellerini açmış ve yüce rabbine seslenmiş:
"Ey yüce rabbim, sen her şeyi bilen, gören, her şeye kadir olansın. Sen benim de buraya neden geldiğimi biliyorsun, ama ben sana nasıl sesleneceğimi bilmiyorum. Sen benim niyetimi biliyorsun ve benim bu niyetimi kabul eyle ya rabbim." Böylelikle Mustafa amca haccını tamlayarak sağ salim köyüne dönmüş.
Sevgili okurlarım elbette ki yüce rabbimiz her şeye kadir olan, herşeyi bilen, bizim için en hayırlısını bizlere gösterendir. Ancak kulların da onun işaretlerini görmesi, anlaması ve gereğini yapması gerekir. Akıl, fikir, feraset sahibi yurttaşlarımızın da bunları artık, göreceğinden de kuşku duymuyorum. Ben sadece yukarıda bazı hadiselerin başlığını verdim artık sizler de içini doldurun, neyin ne zaman yapılacağını sizler bilirsiniz. Hani 60 darbesi sonrası "gözlerimin içine bak, ne dediğimi anlarsınız" deniyordu ya, siz de anlayın artık. Öyle sokaklara dökülün, kırın, dökün falan demiyorum. Sakın ha! Onu yaparsanız teröre benzin dökersiniz. Bu işin yolu sandığına sahip olmaktan geçer, 1 Kasımda gösterin kararlılığınızı, kul olmaktan kurtarın kendinizi, bu vatan bizim deyin. Karar sizin tercihinizi doğru yapın, Türkiye'yi yeniden aydınlık günlere götürmek, huzura, refaha kavuşturmak sizin elinizdedir. Kalın sağlıcakla, Allaha emanet olun.