Demokrasilerde sandık en büyük ölçüdür, son sözü de hep millet söyler. O ölçü hiç yanılmaz hep doğru yolu gösterir. Hilenin olmadığı, sayımda, toplamada, birleştirmede katakulli yapılmadığı, eşit, adil ve hakkaniyetli bir seçim sürecinde yanıldığı hiç görülmemiştir. Hileli 1946 seçimleri, 1982 halk oylaması, saydığım katakullilerin olduğu, oyun devam ederken kuralların değiştiği şaibeli seçimler, halk oylamaları tabi ki istisnadır ve kaideyi bozmaz.

1946’da da millet çağırıyordu ama millet iradesi hileyle engellendi. Hayatın olağan akışının önüne, mecrasında akan suyun önüne set çekersen bir sel gelir bendini yıkar atar önüne çıkanı savurur götürür. İşte o sel 14 Mayıs 1950 seçiminde geldi.

Eğer 1961 seçimlerine kazasız, darbesiz ulaşabilmiş olsaydık belki 10 yıllık DP iktidarı da son bulabilirdi rahmetli babam hep bu ihtimalden söz ederdi. Zira 58-59’lardan itibaren yatırımların doğal sonucu ekonomi zora girmiş, hayat pahalılığı artmaya başlamıştı. ABD yardımları kesmiş, Menderes Dünya Bankasına resti çekmiş, Ankara’da ofis açmasına izin vermemişti. Başta Erdemir olmak üzere yeni yatırımlara para bulunamıyor, hükümet Sovyetlere yöneliyordu. Sözün özü halk yavaş, yavaş zora giriyordu. Bu bir iktidar değişikliğine yol açar mıydı? Bilinemez ama ihtimal vardı. Hain 27 Mayıs darbesi olağan akışı bozdu. Peki 61 seçimleri ne oldu? CHP 57 seçimlerinde aldığı oyu bile alamadı. AP ile YTP toplamda neredeyse CHP’nin iki katına yakın oy aldılar.

            65 seçimlerinde millet YTP’nin muvazaa partisi olduğunu gördü Demirel’i çağırdı. Demirel %53 oyla halen daha kırılamayan bir oy oranıyla ezdi geçti. CHP %28 de kalırken, darbeci 14’lerin zorbalıkla ele geçirdikleri CKMP sadece 2.2 oy aldı. Buna mukabil partisini elinden aldıkları Osman Bölükbaşı MP’yi kurarak girdiği seçimde %6,7 ile 3. Parti oldu.

            CHP’nin birinci parti çıktığı son seçimler 1977 seçimleriydi ama tek başına iktidarı yakalayamamış, önce güvenoyu alamayan “Çankaya Hükümeti” ardından da demokrasi tarihimizde görülmemiş bir ayıba imza atılarak “Güneş Motel” hükümeti kurulmuştu. Tabi bu ayıbı temizlemek gene sandığa düştü. 1979 ara seçimlerinde millet yeniden Demirel’i çağırarak AP’ye %56 oy verdi. Ecevit ise meclis aritmetiği değişmediği halde milletin çağrısına uyarak istifa etti. Bu değişimin asıl sebebi yokluklar, kuyruklar, karaborsa, istifçilik, dövizde çifte kur, yüksek enflasyon ve hayat pahalılığıydı. Kadınlar, boş tencere eylemlerine başlamış, tencere kapaklarını vurarak tepkilerini gösteriyorlardı. Demirel’in ünlü “Boş tencerenin önünde hiçbir hükümet duramaz” sözü işte o dönemde söylenmişti.

            Millet ne derse o olur dedik ya hep öyle de oluyor. 1983’de millet gene merkez sağı çağırdı. Darbeciler merkez sağın yeni partisi BTP’yi kapattılar, DYP’yi hile ve desise ile seçime sokmadılar. Hatta Kenan Paşa, açıkça Turgut Sunalp’in MDP’sini destekliyordu ama milletin dediği oldu. Halk darbecilerin istediğinin tam tersini yaptı Özal’ın ANAP’ını tek başına iktidara getirdi. 91’de yeniden Demirel 2002’de ise Sayın Erdoğan gene milletin çağrısıyla geldiler.  

            Bugün gene değişim rüzgarları esiyor, millet çağırıyor. Ortalık toz duman, dolaşan iddiaların onda biri bile gerçek olsa iktidarı silkeler. Sayın Erdoğan bugünden çok daha masum bir ortamda çağrılmıştı iktidara. Çiller ve Yılmaz’ın karşılıklı birbirlerini aklamaları, Susurluk hadisesi, 28 Şubat sürecinde yaşananlar, tıpkı bugünkü itiraf videoları gibi kimyasının bozulduğunu söyleyen iş adamları, 2001 krizi, hayat pahalılığı, işsizlik ve daha birçok sorun nedeniyle millet faturayı siyaset kurumuna ve mevcut parlamentoya kesti. Tencere kapakları vuruldu iktidarın sonu geldi. Millet yeni kurulan AKP’yi iktidara çağırdı.         

            Bugünkü durumu anlatmaya gerek yok Türkiye en çalkantılı günlerini yaşıyor, iddialar, ithamlar, itiraflar, inkarlar, kıvırmalar, tehditler havalarda uçuşuyor, muhatapların çoğu suskun, ama milletin gözü açıldı. Her ne kadar yoklamalar iktidara oy verenlerin %51’i olan biteni izlemiyor diyorsa da kulaktan kulağa herkes öğreniyor. Vatandaş inanıyor veya inanmıyor o benim işim değil, bu ülkenin hakimleri savcıları var. Doğruyu onlar bulur elbette, ama orta yerde bir ateş yanıyor, dumanı da tütüyor. Artık öyle bir noktaya geldik ki milletin çağrısının önüne geçmek, değişim taleplerinin önüne set çekmek mümkün değil. Set çekilmeye, olağan akışın dışında engeller çıkarmaya kalkışılırsa bu millet, “kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım” misali engelleri yıkar geçer, millete karşı gelenleri de sandığa gömer.

            Kimdir bu bentleri yıkacak güç? Kimse muhalefetten bentleri yıkmasını beklemesin. Öyle bir güçleri olsaydı 18 küsur yıldır bunu becerebilirlerdi. İktidardan ve muhalefetten kopan yeni kurulan partilerden de beklemeyin. İktidardan kopanlara millet soruyor ekonomi bu durumlara düşerken, Türkiye Ortadoğu batağına sürüklenirken, dış itibarımız bu hale gelirken, sizler beraber değil miydiniz? Ya Muhalefetten kopanlara ne demeli? Onlara da sormazlar mı bunca yıl CHP’nin kuyusunu kazmadınız mı? Genel Başkana sürekli çelme takmadınız mı? Seçim gecesi “Adam kazandı” diyerek nereye kayboldun?

Peki millet kimi çağırıyor? Kim yıkacak bu bentleri derseniz, milletin her çağırdığında gelen, ülkeyi kalkındıran, barajlar, yollar, fabrikalarla donatan, şehirde ne varsa köyde de o olacak diyen, milleti kutuplaştıran değil kucaklaştıran, demokrasiye, temel hak ve hürriyetlere, kuvvetler ayrılığına, hukukun üstünlüğüne değer veren; dini, inancı, mezhebi, dili, etnik aidiyeti ne olursa olsun bu ülkeye sadakat gösteren herkesi bu ülkenin hür ve eşit yurttaşı kabul eden; millet iradesini her şeyin üstünde gören siyasal harekettir, merkez sağ siyaset çizgisidir. İddia ediyorum hem siyasette hem bürokraside ülkenin en yetkin kadroları bu çizgidedir. Tabanı farklı partilere kaymış olsa da düdük çalındığında, ışığa uçan kelebekler gibi, hepsi aynı yuvada buluşacak inanç ve ideale sahiptirler. Nitekim Pazar günü birçoğu muhtar bile seçildiler.

Peki merkez sağın köklü partisi, çatı örgütü Demokrat Parti ne alemdedir? derseniz; çatı sağlam, taban da sağlam hatta, kendi çizgimizden olmayan bir vekil bile bir anda hareket getirdi, kamuoyunda görünür oldu ama iyi yönetilemiyor derim. Ben böyle söyledim diye bazı dostlar gücenecektir. Amacımız kimseyi gücendirmek değildir sadece zümrüt-ü anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmanın yolunu göstermektir. Sayın genel başkanı TKP’nin ve daha dün kurulan partilerin bile katıldığı, BBP’nin ikinci parti olduğu kendi seçim bölgesindeki bir beldede aday gösterememe durumuna düşürenlerle bu parti nasıl büyüyecektir?

Çare nedir? Derseniz, çare safları sıklaştırmak, küskünleri barıştırmak, umut vadeden kadrolarla topluma güven vermek, yenilenmek, feragat ve fedakarlık gösterebilmek, birlik ve beraberlik içinde tek çatıda buluşmak, hepsinden önemlisi “düşün peşime” diyerek toplumu arkasından sürükleyecek bir öncü çıkarmaktır.

Umut dağın ardında değil! Yanı başında. Kalın sağlıcakla…