Bu üç kentin ismini birlikte görünce sakın promosyonlu uçak bileti falan sanmayın. Bu üç kent yakın tarihimizde, ordumuza sınır ötesi harekat yapma olanağı veren anlaşmaların imzalandığı kentlerdir. Londra ve Zürih anlaşmaları şehit bakanımız Fatin Rüştü Zorlu’nun müthiş dehası ve diplomasi yeteneği ile şehit Başvekil Adnan menderesin cesur ve kararlı tutumu sayesinde Birleşik Krallık ve Yunanistan hükümetlerine kabul ettirilen Kıbrıs’ta garantörlük hakkının bize tanındığı anlaşmalardır. Bu sayede Türkiye 1974 Barış harekatında adaya çıkarma yapma hakkına sahip olmuştur. Bu konuya ve KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın densiz beyanına ayrıca değineceğim ama önce Adana mutabakatından söz edelim.

Malum Suriye, terörist başını yıllarca ülkesinde muhafaza etti. Ta ki; DYP-SHP koalisyonları ve Refahyol Hükümetleri döneminde kararlı bir şekilde PKK terör örgütünün üzerine gidilip, çökertilmeye başlanıncaya dek. Öyle ki; sadece siviller, diplomatlar, siyasetçiler değil, askerlerden de Suriye’ye karşı sesler yükselmeye başladı. Hemen sınırın dibinden yükselen karalı bir ses Esat’ı da iyice köşeye sıkıştırdı. Suriye geri adım attı, PKK’yı terör örgütü olarak tanımlamaya başladı. Bu arada Türkiye’de politik ortam karıştı, 28 Şubat süreci yaşandı, hükümet değişti ama Suriye’ye karşı yürütülen PKK konusundaki sıkıştırma aynen devam etti. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in bu konudaki kararlılığı ve başbakan Mesut Yılmaz’ın çabaları sonucu masaya oturan Suriye ile 20 Ekim 1998 de Adana’da Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Uğur Ziyal ve Suriye Hükümeti yetkilileri arasında Adana Mutabakatı imzalandı. Terörist başı Suriye’yi terk etti ve bir süre sonra da paketlenip Türkiye’ye teslim edildi.

O günden sonra yaşananları birçoğumuz hatırlıyoruz. 2002 seçimlerinin ardından AKP iktidara gelince terörle mücadele nispeten zayıfladı. Dağılmaya yüz tutmuş dağ kadroları yeniden palazlanmaya başladı. Davutoğlu’nun dışişleri bakanlığı döneminde Adana Mutabakatı yeniden gündeme geldi Hafız Esat’ın iradesine oğul Beşşar Esat da uydu ve Adana Mutabakatı hemen hemen aynı şartlarla Türkiye ve Suriye arasında ikili bir anlaşmaya dönüştürüldü. Ancak bir taraftan Hükümetin başlattığı açılım süreci, diğer taraftan Suriye ile ilişkilerin kötüleşmesi yüzünden Adana Mutabakatı unutuldu gitti. Ortadoğu’da IŞİD tehdidinin büyümesi ve bölgenin kan gölüne dönmesi sürecinde ise Davutoğlu’nun  IŞİD’i küçümseyerek öfkeli gençler diye nitelemesi Türkiye’yi iyice Suriye batağına doğru sürükledi. Artık güney sınırlarımız büyük bir tehdit altındaydı, ABD IŞİD tehdidine karşı PYD-YPG güçlerini silahlandırıyor, iki ucu pis bir değnek misali Türkiye büyük bir açmazın içine giriyordu. Adana Mutabakatının Suriye’de sınır ötesi bir harekat için ülkemize sağladığı hak ve etkiler konu bile edilmiyordu. Ne gariptir ki; bunu bize hatırlatan Putin oldu, onda sonra iktidar bunu dillendirmeye başladı.

Sonunda Barış Pınarı harekatıyla ordularımız Suriye’ye girdi. Allah askerlerimizi korusun muzaffer eylesin. Harekatın başlamasıyla Türkiye de dostunu düşmanını tanıdı. Yıllardır ümmet kavramıyla Arap seviciliği yapanlar da eğriyi, doğruyu gördüler Türk dünyasına yöneldiler. Bundan sonraki süreçte sınırlarımızı güvende tutabilmek, daha fazla yara almadan bu işten çıkmak istiyorsak meşru Suriye hükümetiyle de uzlaşma aramamız gerekmektedir. Zira harekatı meşru kılan Adana Mutabakatı da meşru Suriye hükümetiyle imzalanan bir anlaşmadır. Rejim güçlerinin Münbiç’e bayrak çekmesi iktidar tarafından da yadırganmamıştır. Bu olumlu bir gelişmedir. Türk askerinin sürdüğü PKK-PYD-YPG güçleri rejime sığınma düşüncesindedir. Türkiye’nin buna engel olmasının tek çıkar yolu Suriye ile anlaşmaktır. Bizim için elzem olan Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamanın yolu da budur.

Gelelim Akıncı’nın densiz beyanına. Sayın Akıncı, merhum Menderes, EOKA’cıların zulmüne karşı Türk direniş hareketini örgütlemek, can ve mal güvenliğini sağlamak için TMT’yi  (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurmak üzere İzmir Milletvekili merhum Kemal Serdaroğlu’nu adaya gönderdiğinde siz daha on yaşındaydınız. Bu sayede Londra ve Zürih anlaşmaları için masaya oturduğunda da. O günleri yaşamadınız. Babanız, dedeniz TMT’de yer aldı mı bilmiyorum. Ailenizde şehit var mıdır? Onu da bilmiyorum. Kanlı Noel’ de delikanlıydınız ne tepki verdiniz? Onu da bilmiyorum. 1974’e kadar olan süreçte yüzlerce sivil, asker, mücahit şehit edildi, siz ne yaptınız? Bilmiyorum. Türkiye’de ODTÜ’de güven içinde eğitiminizi sürdürdüğünüzü biliyorum. Bugün güven içinde oturduğunuz o koltukta siyaset yapıyorsanız, bunu Menderes’e, Zorlu’ya, Dr. Fazıl Küçük’e, Rauf Denktaş’a, Demirel’e, Ecevit’e, Erbakan’a kahraman Türk ordusuna, bu uğurda kanlarını, canlarını feda etmekten bir an bile tereddüt etmeyen kahraman askerlerimize, mücahitlerimize borçlusunuz.

Daha yazılacak çok şey var ama hepsini anlatmaya kalksak başka köşelere haberlere yer kalmayacak. Bizler köylerimizde, kasabalarımızda, mahallelerimizde, evlerimizde, güven içindeysek, canını, kanını, esirgemeyen evlatlarımız, aziz şehitlerimiz sayesindedir. Tüm sivil, asker şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim kabirleri nur mekanları cennet olsun.

Kalın sağlıcakla…